BİR DÜĞÜN, BİR SİLAH...

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu topraklarda sokaklar hep paylaşmanın mekânı olmuştur. Düğünlerimiz, taziyelerimiz, bayramlarımız hep sokakta yapılır; insanlar kapılarını birbirine açar, ekmeğini paylaşır, sevincini çoğaltır. Fakat son yıllarda bu sokak kültürü bir dönüşüm geçiriyor. Paylaşmanın yerini tahammülsüzlük, komşuluğun yerini gerginlik alıyor. Eskiden bir çocuk top oynarken arabaya çarpsa, büyükler onu azarlar ama sonra birlikte kahve içerdi. Şimdi aynı olay, bir silahın ateşlenmesine kadar varabiliyor.

Bu değişimin temelinde, toplum olarak içinden geçtiğimiz sosyolojik sıkışmışlık var. Geçim derdi, işsizlik, geleceksizlik, kalabalık yaşam alanları… İnsanların ruh hali sürekli gergin, sabır eşiği düşük. Küçük bir tartışma, biriken öfkenin boşalmasına neden oluyor. Toplumun sinir uçları her geçen gün biraz daha hassaslaşıyor. Herkesin bir diğerine “düşman” gibi baktığı, empatiyi unuttuğu bir ortamda en küçük anlaşmazlık bile patlamaya hazır bir fitil hâline geliyor.

Bir de bu hikâyelerin neredeyse hepsinde karşımıza çıkan o acı gerçek var: silah. Sanki her evde, her tartışmada “elimizin altında” olması gereken bir araçmış gibi normalleşti artık. Düğünlerde havaya sıkmak, çocukların önünde silah göstermek, “namus” ve “onur” kavramlarını silahla ölçmek… Bu alışkanlıklar yıllardır kanıksandı. Oysa bir toplumda silahın bu kadar kolay ulaşılabilir olması, o toplumun kendine güvenini yitirdiğinin göstergesidir. Çünkü insan, konuşmayı unuttuğunda tetiğe sarılır.

Bu olayda failin kim olduğundan, ne söylediğinden çok daha önemli olan; bizlerin bu ortamı nasıl hazırladığıdır. Birbirimizi dinlemeyi, sabretmeyi, uzlaşmayı unuttuk. Sokaklarımızı, evlerimizi, hatta sevinçlerimizi bile paylaşamaz olduk. Oysa düğün, bu topraklarda sadece bir eğlence değil, bir dayanışmadır. Mahalleli sevinir, herkesin gönlü o sofraya konuk olur. Bugün ise aynı mahallede biri sevinirken diğeri bundan rahatsızlık duyuyor; işte kopuş burada başlıyor.

Bu yaşanan sadece bir adli vaka değildir; toplumsal bir alarmdır. Kentleşmenin hızlı ama plansız ilerlediği, mahalle kültürünün zayıfladığı, bireyselliğin yüceltildiği bir dönemin sonucudur. İnsan ilişkileri inceldi, sabır azaldı, sevgi yıprandı. En acısı da, olan yine bir çocuğa oldu.

Şimdi yapılması gereken, failin kim olduğuna, cezaya, siyasete sıkışmadan, toplum olarak kendimize bakmak. Birbirimizi anlamadan, dinlemeden, görmeden yaşadığımız sürece bu öfkeler azalmayacak. Çünkü sorun bireyde değil, bireyi şekillendiren atmosferde.

Urfa insanı, acıda da sevinçte de birlikte olmayı bilir. Fakat bu olay bize şunu bir kez daha hatırlattı: Birliktelik sadece aynı sokakta yaşamakla olmaz; aynı vicdanı taşımakla olur. Biz o vicdanı kaybetmemeliyiz. Çünkü kaybedersek, bir düğünde daha ağlayan analar, bir sokakta daha susan çocuklar olacak.

Ve bir gün, sevinçle atılan her adımın ardından “acaba?” diye korkan bir toplum hâline geleceğiz. İşte o gün, sadece bir canı değil; insanlığımızı da kaybetmiş olacağız.

BİR DÜĞÜN, BİR SİLAH...

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.