Yüzyıllardır aynı hikâyeyi anlatıyoruz kendimize:
Bir gün biri gelecek…
Bir kurtarıcı. Bir dokunuşla her şeyi değiştirecek bir el. Yanlışları düzeltecek, adaleti tesis edecek, ahlâkı onaracak, zalimi durduracak, mazlumu kaldıracak…
Biz ise bekleyeceğiz. Beklemekten başka ne yaptık ki zaten?
Oysa bu toprakların en ağır yükü, bir türlü bırakamadığımız bu bekleme hastalığıdır.
“Mehdi gelecek” diyen aslında şunu fısıldıyor kendi içine: Ben bir şey yapmayacağım. Ben sorumluluk almayacağım. Ben uğraşmayacağım. Biri gelsin beni kurtarsın.
Mehdi, bir kader değil;
Bizim sorumluluktan kaçışımızın, eylem eksikliğimizin, cesaretsizliğimizin adıdır.
Bugün adaletin kantarı bozuksa, liyakat bir hayal olmuşsa, çürüme sıradanlaşmışsa bunun sebebi “gelmeyen kurtarıcı” değil, kolları sıvamak yerine ellerini açıp bekleyen bizleriz.
Gökten çözüm inmiyor. Gökten sadece yağmur iner.
Toprağı sürecek olan yine biziz.
Kurtarıcı arayan toplumlar, önce kendi sorumluluk duygularını gömerken başlar çürümeye. Çünkü bir “Mehdi” beklentisi aynı zamanda şu demektir:
“Ben düzeltmeyeceğim, o düzeltsin.”
“Ben doğrulmayacağım, o doğrultsun.”
“Ben mücadele etmeyeceğim, o savaşsın.”
Peki kim bu “o”?
Hangi insan tek başına bir toplumun ahlakını, düzenini, cesaretini, doğruluğunu inşa edebilir ki?
Biz kendi hatalarımızı gömmeye çalışırken, geleceğimizi ondan beklemek, hem haksızlık hem de büyük bir kendini kandırmadır.
Belki de asıl gerçeği söyleme vakti geldi:
Kurtarıcı diye beklediğimiz her şey, aslında yapamadıklarımızın bahanesidir.
Toplumun dönüşümü, bir kişinin gelmesiyle değil, her bireyin kendi içindeki tembelliği, korkuyu ve ataleti yenmesiyle başlar.
Bir insanın bir ülkeyi değiştirmesi mucizedir;
ama bir toplumun kendini değiştirmesi hakikattir.
Bizim bir Mehdimiz varsa, o da ancak başını kaldırıp kendine “Ben ne yapıyorum?” diye sorabilen insanın ta kendisidir.
Düzen değişsin istiyorsak, önce alışkanlıklarımız değişecek.
Adalet gelsin istiyorsak, önce adil davranmayı öğreneceğiz.
Zulüm bitsin istiyorsak, önce suskunluğumuz bitecek.
Aydınlık istiyorsak, mumumuzu yakacağız.
Kurtuluş, kapımızın önüne gelecek biri değil;
kapının arkasındaki biziz.
Mehdi’yi beklemek kolay.
Zor olan, aynaya bakıp “Bu düzeni değiştirecek ilk adımı ben atacağım” diyebilmektir.
Belki de asıl Mehdi, gökten inmeyecek…
İçimizden yükselecek.