Thrasymakhos, antik çağda erdemi ve bilgeliği savunan Sokrates'e karşı çıkarak şunu demişti: “Adalet, güçlünün işine gelendir!”
"İktidarı ve gücü elinde tutan yasa yapıcılar, pratikte kendilerini ve kendi çevrelerini zora sokacak, yargılanmalarına neden olacak veya yetkilerini kısıtlayacak yasaları kolay kolay çıkarmazlar ya da bu yasalara onay vermezler."diyerek hayatın gerçeğini savunmuştu.
Zamanının tartışma konusu olan bu iddia, ne yazık ki modern çağın ulus devletlerindeki ve yerel siyasetteki yansımalarıyla bir felsefi tez olmaktan çıkıp, çıplak bir gerçekliğe dönüşmüştür. Bugün dünya üzerinde adaletin idealist tanımının ne denli kolayca eğilip büküldüğünü görebiliyoruz.
Ekonomik Güç ve Hukuk Labirenti
Günümüzde "güçlü", sadece askerî ya da siyasi liderler değildir. Güç; devasa holdinglerin, küresel tekellerin ve neredeyse sınırsız yerel ve küresel sermayeye sahip olanların elinde toplanmıştır.
Bu ekonomik aktörler için adalet, çoğu zaman bir maliyet kalemi veya bir hukuki manevra aracıdır. Büyük davalarda, karmaşık vergi kaçırma şemalarında, örgütsel suçlarda ya da çevre felaketlerine neden olan uygulamalarda, mahkeme salonunda kimin haklı olduğu değil, kimin daha nitelikli ve daha pahalı avukat ordularına sahip olduğu belirleyici olabilmektedir. Yasalar, onların yarattığı labirentte kaybolur.
Milyonlarca lira ceza ödemesi gereken bir şirket, yasal boşlukları kullanarak cezayı sembolik bir seviyeye indirir. Oysa aynı hatayı yapan küçük bir esnaf, tüm varlığını kaybedebilir. Yargı sistemi, basit ve görünür suçlarda daha iyi çalışır. Baklava çalan için adalet anında tecelli ederken, karmaşık ve iz bırakmayan suçlar için adalet beklentisi hüsranla sonuçlanır.
Medya ve Kamuoyu Manipülasyonu
Güçlünün işine gelen adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, kamuoyu nezdinde de tesis edilir. Medyayı, sosyal platformları ve algı yönetimini kontrol edenler, olayların anlatımını ve "doğru" kabul edileni yeniden yazma yeteneğine sahiptir.
Bir skandal patlak verdiğinde, güçlü olanın ilk hamlesi suçu örtmek ya da odağı başka bir yöne kaydırmak olur. Bu, Thrasymakhos'un tezinin modern bir yorumudur: Güçlü olan, kendisine adil denilmesini sağlayan anlatıyı becerisiyle inşa edendir.
Uluslararası Arenada Çifte Standart
Uluslararası ilişkilerde bu söz daha da acımasız bir çıplaklıkla karşımıza çıkar. Büyük devletlerin ulusal çıkarları, uluslararası hukukun önünde bir baraj görevi görür. "İnsan hakları" ve "demokrasi" gibi kavramlar, güçlülerin müdahale etmek istediği zaman kullandığı birer bahane, kendi çıkarlarına dokunduğunda ise görmezden geldiği birer lüks hâline gelir.
Bir ülkenin yaptıkları "teröre karşı mücadele" sayılırken, diğer bir ülkenin benzer eylemleri neden "savaş suçu" olarak nitelendirilir? Adaletin tecelli şekli, güçlü olanın kim olduğuna bağlıdır.
Yereldeki Yansımalar ve Kanaat Önderleri
Yerelde de aynı bilinç geçerliliğini korur. Her aile, aşiret veya topluluk, kendi içinden avukat yetiştirmek için çaba sarf eder. Mensup avukat, adaletin tecellisi için değil, haklı haksız ayırt etmeksizin yakınını kurtarmak için mücadele eder. Yargı sisteminin boşluklarından sızıp güçlüyü kurtarmak için elinden geleni yapar.
Sahipsiz ve mağdur olan kişi zayıf olduğu için toplum vicdanında kendisine yer bulamaz. En haklı olduğu davalarda bile yerel kanaat önderlerinden istediği desteği göremez. Hiçbir kanaat önderi güçlü ve zenginin aleyhine doğrudan karar vermez. En haksız olunan bir sorunda bile en fazla “ortayı bulalım” çözümü ile yine adaleti güçten yana işletir.
Halife Ömer’de veya Kant’ta ortaya çıkan İdeal Adalet kavramı, ne geçmişte ne de günümüz dünyasında kendine yer bulamamıştır. İstisnalar dışında hayatın “gerçeği”, adaletin güçlünün hesabıyla ve iradesiyle şekillendiği görünmez bir iç kabul olmaya devam edecek gibi görünüyor.