“Var oluşu bulduğumuz zaman "mevcut"oluşumuz,
mevcudiyetimiz söz konusu oluyor.
"Var bulunuşumuz" diye tercüme edebiliriz.
İşte o an "vecd" anı, yani varlıkla temas kurduğumuz en dolu,
en dolayısız bilgiye ulaştığımız andır..."
(Turan Koç; Zamanın Gözleri)
İnsan varlığın bir parçası; insan olarak varız, biyolojik olarak yaşam sürüyoruz. Tıpkı insan gibi, kâinattaki her şey esasen mevcut olması yönüyle var; taş, toprak, ağaç, yer ve gök. Peki insanın varlığının diğer varlıklarla arasında bir fark olması gerekmiyor mu? Ya da soruyu kendimize dönerek soralım; bedenen sahip olduğumuz varlık, bizim “varoluş”umuz için yeterli mi? Hadi sualimizi meselemizi ortaya koyacak şekilde daha genel bir soruyla yeniden soralım o zaman. Varlık ve Varoluş aynı anlamı mı içeriyor?
Varoluş; insana mahsus bir durum olarak, varlıktan öte, var olmaktan öte; başka varlıklarda olmayan bir özelliği, var bulunmanın yanında, mevcudiyetin yanında var olmanın şevkini, varlığın “şen”liğini ifade eden vecdi barındırır. İnsan en başta mevcut olarak vardır. Ancak insanın mevcut olarak var olması, var oluşu için yetmeyecektir. İnsanın yönünü ve yolunu salt mevcut halinden, salt varlık halinden yüksel/t/erek “vecd” haline dönüştürmesi gerekiyor. Varlığa vecd ile vecd içinde bir b/akış olmadan sürülen bir yaşamın içinde insan, dünya zindanında boğulmaktan kurtulamayacaktır. 'Var'lığı/nı an/lamlandıramayan, ‘yok’/luğa mahkûm olacaktır... İnsan ya varoluşun vecdi ile yaşamı hayata çevirerek, hayat bulacak, ya da salt varlık olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecek ve var/ölü olarak yaşayacaktır. Eşrefi mahlûkat olan insanı diğer varlıklardan ayıracak olan, oluş olacaktır. Varoluş olacaktır. İnsan sürekli bir oluş ile varlıkta oluşa çıkacaktır, varoluşun vecdine ulaşacaktır.
İnsanın irfan yolculuğuna, marifetin bilgisine ulaşmasının yolu vecd halinde bir kendilik arayışından geçecektir. İnsanın unuttuğu kendini hatırlaması, hayretini, dikkatini ve rikkatini varoluşun vecdine çevirmesi, insanın kendisinin ve her anının dirilişini sağlayacaktır. Bizi Hayy’a bağlayacak bir varlık anlayışına, bizi diri kılacak bir yaklaşıma yönelerek dahası var olmanın hakikati ile ulaşabileceğimiz vecd halinde ancak “vucud” bulabileceğiz. Cevher ile arazı, ilke ile tecelliyi, fizik ile metafiziği, suret ile maddeyi, somut ile soyutu, dünya ile ahireti bir bütün olarak kavrayarak, birini diğerine feda etmeyerek sahih bir hayat görüşüne ulaşabiliriz. Bunun aksi kendimizi, dünyayı ve öteyi anlayamamaya götürecektir.
Varoluşun vecdi, insanı estetik bir yaşama da ulaştıracaktır. Varoluşun estetiğini yaşayanlar; yaşamın her anının kendilerine Allah’ın bir armağanı olarak görecekleri için dünyayı ve toplumu ve de kendilerini vecd ile güzelleştirmenin derdini taşıyacaklardır.
Buhrandadır insan, bunalımdadır. Mevcudiyetin vecdinden uzaktır insan... İnsanı dünyada yabancılaşmaktan, dünyanın zindanından kurtaracak olan varoluşun vecdi olacaktır. Esasen insan kendini unutmuştur. İnsanın kendini unutmasının temel sebebi yaşamı vecd ile yaşamaktan uzaklaşmasındandır. Varoluşunun ve yaşamının şevkini tadabileceği bir hayatı unutmuş olmasından kaynaklanıyor. O yüzden kalbi sıkışıktır insanın, o yüzden yalnızdır, o yüzden boşluktadır.
Evet, ontolojik rahatlık ya da ontolojik rahatsızlık arasındadır insan. Bize vecd lazım, bize şevk lazım, bize aşkla ve aşk içinde gönülden bir varoluş lazım. Varlığı dikkatle ve rikkatle müşahede etmek, her şeyi var edenin varlığından haberdar olmak ancak varoluşun vecdi ile mümkün olacaktır.
Vecd diyorum azizim, Vecd! Vecdsiz mevcudiyet, insanı beden hapishanesinin mahkûmu edecektir. Bil ki; ya mevcudiyetin “vecd”ini yaşarsın ya da bir hiç olarak mevcudiyetin “mevt”ini. Ya varsın ya da hiç. Unutma! Mevcudiyetin vecdine ulaşamadığın sürece anda, zamanda ve de mekânda toprağın üstünde mezar olmaktan kurtulamayacaksın.