İNSANIN DÜNYEVİ ESARETİ

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsan eşref-i mahlûkat olarak zikredilir Kerîm kitabımızda... Evet, eşref-i mahlûkat sıfatına layık olabilmenin; bir kısım kriterleri vardır. Bu kriterlere riayet edenin; rengi, ırkı, mezhebi, meşrebi, bölgesi, ne olursa olsun; her biri, eşref-i mahlûkat şerefine nail olan insandır. Aksi ise, kayıp dalalet ve hüsrandır...

Rabbimiz buyuruyor:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! 
Tîn'e ve zeytûn'a andolsun.
Sinâ dağına andolsun,
Bu güvenli şehre (Mekke'ye) andolsun ki, 
Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.
Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.
Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. 
Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.
(Ey insan!) Böyle iken, hangi şey sana hesap ve cezayı yalanlatıyor?
Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir? 
(Tin: 1'den 8'e kadar)

İnsana hitaben; ayette zikredildiği gibi, Rabbimiz önce, yeminle başlar. Hemen sonrasında, insana; eşref-i mahlûkat olduğu hatırlatılmaktadır. Esfel-i safilin olduğuna gelince, insanın; yaratanının, sayısız nimetlerine karşı yapması gerekenin aksine yaptığı nankörlük ve inkarından dolayıdır. Burada insanın önüne iki yol çıkıyor: Ya iman edip salih ameller işlemekle eşref-il mahlukat şerefine nail olacaktır. Ya da, nankörlük ve inkarında ısrar etmekle, aşağıların aşağısına düçar olmakla, ebedi ziyanı boylacaktır.

Kısacası insan tercihinin neticesinde, dünyada yaptıklarının karşılığıyla baş başa kalacaktır... Müslümanca yaşadığı müddetçe, Rabbi katında şeref ve itibar sahibi bir kul olarak; O'nun rızasına mazhar olanlardan olabilir. Ama her vurup harman savurur gibi, ömrünü batıl işlerle, Allah'ın yasakladığı ameller için heba edip harcadığında; kulluk sınavında sınıfta kalıp, ebedi hayatını ziyan eder. İnsan'ın önünde iki tane yol vardır: birincisi Hak, ikincisi batıl yol/yollar. Tercih kulundur.

Peki, isterseniz önce şöyle bir öz eleştiri yapalım. Allah'ın (c.c) emir/yasak ve hükümlerine rağmen; Müslüman olduğunu iddia etmekle birlikte, 
Namaz kılmayan, 
Oruç tutmayan, 
Malı varsa zekat vermeyen, 
Helal haram dinlemeyen, 
İlâhi yasaklara kulak asmayan, 
Hanımsa örtğnkeyen, örtünmeyi sadece baş örtüsüyle sınırlı olduğunu savunup gaflette yüzden, 
Allah'ın yap dediklerini değil; yapma dediklerini ısrarla yapan, 
Kur'an ve Sünnet'in bu çağda, insanın ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunup, laiklik ve Demokrasi ya da Sosyalizm gibi beşeri ideolojilerden medet uman birinin; eşref-i mahlûkat hakkını elde etmesi mümkün müdür?

Aslında müslüman olduğunu söylediği halde İslam'i yaşantından uzak duran her bir insanın; yukarıdaki soruyu kendi nefsine sorması lazımdır... Nasıl ki Askere giden birinin, asker üniforması giymem ama askerlik yaparım deme hakkı yoksa; öyle de, müslümanım ama İslâm'ı bu çağda yaşayamam diyen birinin de müslümanım deme hakkı olmasa gerek.

İnsanın dünyevi esareti, ahiret hasaretinin/kaybının bir ön aşamasıdır. Zira,
Yüce Peygamberimiz (sav) “Dünya, ahiretin tarlasıdır” (Buhârî, Rikâk, 3) buyurmuşlardır. Dünya hayatında, iyilik ve ihsan eken insan, ahiret hayatında karşılığında Allah'ın rızasını ve ilahi ikramlarla mükafatlandırılacaktır.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını bilen insanın, kendisine yirmi dört saat sıhhat ve afiyetten tutun da, sayısız nimetler bahşeden yaratanına karşı kulluk, ve teslimiyet yerine; isyan etmesi, emir ve yasaklarını dinlememesi kadar başka bir nankörlük, zalimlik ve bedbahtlık var mıdır?

O halde, âyette buyurulduğu gibi:
Bu gidiş nereye?" (Tekvir Sûresi, 26.) Peki biz kendimize bir soralım; "Bu gidiş nereye?" Hâl ve hareketlerimiz Cennet'e istihkak kesb edecek bir vaziyette mi yoksa Cehennem'e ehil olacak bir hâlde mi?

Mal, mülk, evlat ve kabilelerinin çokluğuna güvenenler, aldandıklarını bilsinler. Nitekim her biri, imtihanın birer aracıdır. Hakkından gelinmediğinde, insanın zindanı ve esaretini oluştururlar. Rabbimizin buyurduğu gibi:
İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfatın ise yalnız Allah'ın yanında olduğunu unutmayın. (Enfal/28) 
O zaman gelin, her birimiz; önce çuvaldızı azgın, aymaz ve kendini tanımaz doyumsuz nefislerimize batırıp hesaba çekelim. Öyle erkenden bir hesaba çekelim ki, ahiretimizi elimizden alacak olan kötülüklere bizi yönlendirmesin... Öz eleştiriyi önce kendimize sonra diğerlerine gerekirse yapalım. Tabir caizse, aynanın karşısına geçip kendimize güzelce bakalım, İslam'ın neresindeyiz diye?

Yaşantımız, ticaretimiz, siyasetimiz, sosyal hayatımız, hukukumuz/mahkemelerimiz, mirasımız, evlilik ve promlemlerimiz; İslam'a göre mi değil mi? Ki ümmet olarak, söz konusu emirlerin çok uzağında olduğumuzu görüyoruz. Hal bu iken, Papa'yı Mapa'yı konuşcağımız yerde; önce ümmet olarak İslam'ın neresinde olduğumuza bakıp konuşmalıyız... Laiklikten, Demokrasiden, beşeri kanunlardan beslenen bir toplum; hangi adaletten, hangi insan haklarından bahsedebilir ki? 
Bu gün Batı'dan referanslı olan bir siyaset, ekonomi, sosyal yaşam, hukuk, muamelat, miras hakkı vs. gibi durumlarla iç içe olan bir ümmet haline gelmişken; Gazze'nin, Doğu Türkistan'ın, Sudan'ın ve diğer mazlum coğrafyalardaki insanların kurtuluşunu hangi zulüm şebekesinden bekleyebiliriz ki? 
Sözün hasılatı şudur: Haktan uzak, halka yakın olan bir beşeriyetin; dünyevi esareti de ahiretteki çetin hesabı da bitmeyecektir... 
Allah bizi/beni ıslah edip affetsin. 
Vesselam.

İNSANIN DÜNYEVİ ESARETİ

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.