Bazı yorgunluklar gürültü çıkarmaz. Ne yüksek bir şikâyetle kendini duyurur ne de dramatik bir kırılmayla görünür olur. Daha çok, insanın içinden bir şeylerin yavaş yavaş çekilmesi gibidir. Önce heves azalır, sonra anlam ve en son da insanın hayata affettiği anlam eksilir. Bu sebeple tükenmişlik fark edildiğinde ço ğu zaman çoktan hayatımıza yerleşmiş olur.
Modern yaşamda sürekli meşgul olmak, sürekli üretmek, sürekli bir yerlere yetişmek, yeterli olmanın koşulu gibi algılanır. Dinlenmek ise çoğu zaman ertelenen, hak edilmesi gereken bir lüks gibi görülür. Ancak psikoloji literatürü uzun zamandır insan ruhunun kesintisiz çabalamaya uyum sağlayamadığını, aksine zamanla bu durumun zedelendiğini öne sürüyor. Sürekli tetikte olmak, sinir sistemini bir tehdit altındaymış gibi çalıştırır ve bu durum uzun vadede duygusal kaynakları tüketir.
Tükenmişlik kavramı psikoloji literatürüne ilk kez girdiğinde, Amerikalı psikolog Herbert Freudenberger bu durumu özellikle idealist, sorumluluk duygusu yüksek ve kendinden çok başkalarını düşünen bireylerde gözlemlediğini belirtmiştir. Freudenberger’e göre tükenmişlik, kişinin verdiği emekle aldığı duygusal karşılık arasındaki dengenin uzun süre bozulmasıyla ortaya çıkar. Daha sonra Christina Maslach, tükenmişliği duygusal tükenme, insanlara karşı duyarsızlaşma ve kişinin kendini yetersiz hissetmesi olmak üzere üç boyutta ele aldı. Bugün hâlâ kullanılan bu model, tükenmişliğin yalnızca yorgunluk değil, aynı zamanda bir anlam kaybı olduğunu da açıkça gösterir.
Araştırmalar tükenmişliğin ebeveynlikte, bakım veren rollerinde, romantik ilişkilerde ve hatta kişinin kendisine yönelttiği beklentilerde bile ortaya çıkabildiğini gösterir. Kişi dışarıdan güçlü, işlevsel ve sorumluluk sahibi görünürken, iç dünyasının giderek anlamsızlaştığını hisseder. Çünkü genelde yıllar boyunca kendi ihtiyaçlarını ertelemeyi, sınır ihlallerini tolere etmeyi ve olumsuzluklara tepkisizlikle biraz daha dayanmayı öğrenmiş olur.
Dünya Sağlık Örgütü’nün tükenmişliği, başarılı şekilde yönetilemeyen kronik stresin sonucu olarak tanımlar. Burada söz edilen stres, ani bir krizden ziyade fark edilemeyecek derecede yavaş, normalleşen, süreklilik kazanan bir yük hâlidir. Tükenmişlik bu yüzden çoğu zaman dramatik bir kırılmayla değil, sessiz bir uzaklaşmayla kendini gösterir. İnsan hayattan kopmaz belki ama hayata karşı hissizleşir.
Christina Maslach ve Michael Leiter’in tükenmişlik üzerine yaptığı çalışmalar, bu sürecin yalnızca duygusal değil, bilişsel ve fizksel çıktılarının da olduğunu ortaya koyuyor. Dikkat dağınıklığı, unutkanlık, karar vermede zorlanma, uyku problemleri ve açıklanamayan bedensel yakınmalar bu tablonun sık görülen parçalarıdır. Ancak bunların ötesinde, tükenmişliğin en derin etkisi kişinin kimlik algısında yaşanır. İnsan, kendini artık eskisi gibi tanıyamadığını hisseder.
Bu noktada iyi olma baskısına ayrıca değinmek gerekir. Toplum, insanın yalnızca güçlü olmasını değil, aynı zamanda bunu sürekli ve görünür biçimde sürdürmesini bekler. Zorlanmak, yavaşlamak, durmak ya da yardım istemek çoğu zaman başarısızlık ve zayıflıkla eşleştirilir. Buna karşın Amerikan Psikoloji Birliği’nin psikolojik dayanıklılık üzerine yaptığı çalışmalar, kırılganlıkla temas edebilen bireylerin uzun vadede çok daha sağlıklı başa çıkma becerileri geliştirdiğini gösterdi. Buna göre dayanıklılık, yorulduğunu fark edebilmekle ilgilidir.
Dinlenme meselesi de bu bağlamda yeniden düşünülebilir. Dinlenmek yalnızca bedeni değil, zihni ve duyguları da kapsar. Sürekli meşgul olan bir zihin gerçekten dinlenemez. Sessizlikle ve yavaşlamayla temas edebilmek, sinir sisteminin kendini düzenleyebilmesi için temel bir ihtiyaçtır.
Ve elbette yardım istemek… Tükenmişlik çoğu zaman kişinin tek başına çözmeye çalıştığında derinleşir. Psikolojik destek, yaşananların adını koymak, duyguları düzenlemek ve sınırları yeniden inşa etmek için güvenli bir alan sunar. Yardım almak, kendini ciddiye almaya başladığı anlamına gelir.
Tükenmişlik, bastırılması gereken bir sorun değil, anlaşılması gereken bir sinyaldir. İnsan kendini duymaya başladığında, yeniden kendine yaklaşır. Ve bazen iyileşmek, tam da burada durabildiğimiz, sınır çizebildiğimiz ve kendimize daha şefkatli davranabildiğimiz yerde başlar.
Kendinize nazik davranmayı unutmayın!
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.