Ramazan ayı, özünde sabrı, paylaşımı ve kanaatkârlığı öğütleyen mübarek bir zaman dilimidir. Ancak ne yazık ki, bu ayın gelişiyle birlikte toplumda bambaşka bir telaş hâkim olmaktadır. Marketler, çarşılar, pazarlar tıklım tıklım dolmakta; alışveriş arabaları ağzına kadar doldurulmakta, sanki kıtlık yaşanacakmış gibi gıda stoklanmaktadır. Oruç, insanı açlık ve susuzlukla terbiye eden bir ibadet iken, iftar sofralarında israfın zirveye ulaşması oldukça düşündürücüdür.
Bu çelişkiyi anlamak için Ramazan’ın ruhunu biraz daha derinlemesine ele almak gerekir. Oruç, insanın nefsini terbiye etmesini, açın hâlinden anlamasını ve gereksiz tüketimden kaçınmasını sağlar. Ancak günümüzde bu anlayışın tam tersine bir eğilim gözlemlenmektedir. Ramazan dışında sıradan bir akşam yemeği için gösterilmeyen özen, iftar sofralarında bir şölene dönüşmektedir. Sahurda ise, sanki günlerce aç kalınacakmış gibi fazlasıyla yiyecek tüketilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Ramazan ayının önemine dair şöyle buyrulmaktadır:
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayıdır. Öyleyse sizden kim bu aya erişirse, oruç tutsun...” (Bakara, 2/185)
Ramazan, az yemekle de doyulabileceğini, paylaşmanın bereketi artırdığını öğreten bir aydır. Eğer gerçekten bu ayın ruhunu kavrayabilseydik, alışverişe koşup market raflarını boşaltmak yerine, bir lokmayı ihtiyaç sahibiyle paylaşmayı düşünürdük. Tüketimi artırarak değil, aksine azaltarak, sadelik ve tevazu içinde yaşayarak Ramazan’ı idrak etmek gerektiğini hayatımızda tatbik ederdik...
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), orucun özüne dair şöyle buyurmaktadır:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine açlık ve susuzluktan başka bir şey kalmaz.” (İbn Mâce, Sıyâm 21)
Ne yazık ki günümüz dünyasında tüketim kültürü, ibadet anlayışının önüne geçmiş durumdadır. Reklamlar, indirim kampanyaları, “Ramazan’a özel” sunulan lüks iftar menüleri bu ayı ticari bir fırsata çevirmektedir. Bu da insanları daha fazla tüketmeye, daha fazla harcamaya ve sonuç olarak daha fazla israfa yönlendirmektedir.
Oysa Ramazan ayında değişmesi gereken şey, sofraların genişliği değil, kalplerin açıklığı olmalıdır. İftar sofralarımızın şatafatından çok, ne kadar gönüle dokunduğumuz önemlidir. Oruç bizi aç bırakarak değil, kanaatkâr ve paylaşımcı kılarak terbiye etmelidir. Eğer Ramazan’ı gerçekten anlamak istiyorsak, tüketimi artırarak değil, azaltarak, sadeleşerek ve paylaşarak bu ayı değerlendirmeliyiz.
Ramazan’ın bereketini israfta değil, sadelikte ve paylaşımda aramak dileğiyle...
Afiyette kalın
0 Yorum