"Bir çocuğun kaderini, elindeki direksiyonu kimin tuttuğu belirler."
Her anne baba, evladını sever. Onun mutlu, güçlü ve başarılı bir birey olmasını ister.
Ama bazen farkında olmadan büyük bir yanılgıya düşeriz:
Kendi seçimlerimizi, gerçekleşmemiş hayallerimizi, hatta eksik yanlarımızı çocuklarımızda yaşatmaya çalışırız.
Oysa bu, sevgiyle karışmış bir bencilliktir.
Bir arabayı düşünün… Direksiyonda siz varsınız ama yanınızdakiler sürekli müdahale ediyor:
“Sağa dön!”, “Yavaşla!”, “Dur!”
Bir süre sonra direksiyon sizin elinizde olsa da, artık sürücü siz değilsinizdir.
İşte birçok anne baba da çocuklarına farkında olmadan bunu yapıyor.
Yönü onlar belirliyor, hızı onlar ayarlıyor, dur işaretini onlar gösteriyor.
Sonuçta, kendi kararlarını alamayan, sürekli onay arayan bireyler yetişiyor.
Oysa bir çocuğa yapılabilecek en güzel şey, ona inanmak ve doğruyu yanlıştan ayırmayı öğretmektir.
Sonrasında ise onun seçimlerini anlamak, yanında durmak gerekir.
Ceza vermek, anlamamak ya da her şeye müdahale etmek…
Bunlar, bir çocuğa verilebilecek en büyük zararlardır.
Bir çocuğa yaşam kurmak yerine, kendi yaşamının mimarı olmasına izin vermek gerekir.
Ancak o zaman hayat, onun için anlamlı ve heyecan dolu olur.
Unutmayalım:
Çocuklar ayak izlerimizi takip eder.
Biz büyükler, olmadığımız bir şeyi onlardan bekleyemeyiz.
Davranışlarımız, sözlerimiz, hatta sessizliğimiz bile onlarda yankı bulur.
Neye ne kadar hassasiyet gösterirsek, o hassasiyet çocuklarımızda da yeşerir.
Destekleyen aile, çocuğuna güvenir, onu dinler ve düşüncelerine saygı duyar.
Onun yerine karar vermez, olaylara onun gözünden bakmaya çalışır.
Çünkü güvenilen çocuk, kendine inanmayı öğrenir.
Peki ya köstekleyen aile?
O, çocuğun sınırlarına ve sorumluluklarına saygı duymaz.
Sürekli müdahale eder, kendi istediğini yaptırmak ister.
Bu tutum, çocuğu özgüvensiz, kaygılı ve bağımlı bir hale getirir.
Oysa sorumluluk bilincine sahip bir çocuk, öğrenmenin ve başarmanın yollarını kendi bulur.
Deneyerek, düşerek, kalkarak, yaşayarak öğrenir.
Ailenin görevi, bu süreçte eleştirmek değil, inanarak yanında olmaktır.
Bir çocuk yetiştiriyorsanız, önce kendinize inanın,
sonra yetiştirdiğiniz çocuklarınıza…
Ve unutmayın:
Çocuğunuz yaşamını tribünlerde seyirci olarak değil, sahada oyuncu olarak geçirsin.
Varoluşunu ifade edemeyen çocukları tanımak kolaydır; iki şey onları hemen ele verir:
1. Sürekli şikayet eden, hırçın bir yapıya bürünürler.
2. Kendi duygu ve düşüncelerine dair farkındalık geliştiremezler.
Bu farkındalığı kazanabilmeleri için destekleyen aile ortamı, çocuklara şu beş mesajı davranışla verir:
1. Seni umursuyorum; sen benim için varsın ve önemlisin.
2. Seni yargılamadan, olduğun gibi kabul ediyorum.
3. Sen değerlisin; bu evrende senin gibisi yok.
4. Gerçekten istediğini yapabilme gücüne inanıyorum.
5. Sen, sen olduğun için sevilmeye ve gelişmeye layıksın.
Başarı üzerine yazılarıyla tanınan Shad Helmstetter, “Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz” adlı kitabında başarılı ve başarısız insanı ayıran on iki temel seçimden söz eder:
Gücünün farkında olmak, dürüst olmak, kendine güvenmek, hedefini belirlemek, insanları olduğu gibi kabul etmek, kendi kararlarını kendin vermek, eylemlerinden sorumlu olmak, doğruyu yanlıştan ayırmak, inandığın şey uğruna çalışmak, hatalarından ders almak, sevmeyi ve sevilmeyi seçmek, yapabileceğine inanmak.
Her çocuk bu seçimleri yapabilme gücüne sahiptir.
Yeter ki biz, onların direksiyonuna el uzatmak yerine yol arkadaşı olmayı seçelim.
“Sevgiyle büyüyen çocuklar, özgürce yön bulan bireyler olurlar."
Kendine ve çocuğuna merhamet et…