Urfa'da Kentsel Dönüşüme Bakış...

Gazete İpekyol yazarlarından Av. Cüneyd Altıparmak Urfa'da kentsel dönüşümü değerlendirdi...

Urfa'da Kentsel Dönüşüme Bakış...

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Kent ve Dönüşüm “Uzunca süre maske takarsan altındaki kişiliği de unutursun!” (V For Vendetta filminden) Cüneyd Altıparmak Giriş Kentsel dönüşüm, hiç kuşkusuz son dönemlerin en çok konuşulan konusu. Kentin imar planları ile buna bağlı olarak ortaya çıkan yapılaşmasının belirli bir bölümünün dönüştürülmesi her dönemde tartışıldı. Fakat, son dönemde çıkan yasalar ile dönüşüm alanındaki mülklerin anlaşma ya da kamulaştırma yoluyla alınmasına ve çerçevenin genişlemesinde tanınan yeni imkânlar, meselenin hukukçular, kent bilimciler, mimarlar başta olma üzere toplumun hemen her kesimini ilgilendiren bir hal almasına sebep oldu... Toplumsal değişimin referanslarını sivilleşme, halk isteği, hakların dokunulmazlığı ilkelerine yaslarken, kentsel dönüşüme dair uygulamaların birçoğunun bakanlar kurulu kararı, belediye talepleri ve valilik desteklerine dayayarak tamamen bürokratik bir renge tabi tutmak gözümüze çarpan bir çelişki. Bu minvalde; konunun tamamını ortaya koymamız çok uzun bir yazı gerektirebilir. Hal böyle olunca, biz de konuya ilişkin olarak gördüğümüz ya da bizim çelişki olarak algıladığımız hukuki ve toplumsal birkaç hususa değinmekle iktifa edeceğiz… Kent Kavramı. Tarih boyunca kentler, kültür ve medeniyetlerin doğduğu, geliştiği ve yayıldığı yerler olmuştur. Medeniyetlerin çoğu zaman kentlerde ortaya çıktığı ve kentlerin çökmesi ile birlikte medeniyetlerin de çöktüğü görülür. Bazı kentler kadim köklere dayanır. Bazıları ise, yenidir. Ama her coğrafya için bir yönüyle kentler yaşam tarzının, mücadele biçiminin, ticaretin, siyasetin ve benzeri argümanların üretildiği, ihraç edildiği ve tüketildiği yerler olarak belirmiştir Kentler, doğumlarından ölümlerine kadar bir değişim içinde evrilirler. Bu tarihsel gelişim süreci içinde kentler, site, polis, komün ve kent devletleri gibi adlar alırken, kent kavramı paralelinde medeniyetler de büyük bir dönüşüm [rejenerasyon-transformasyon] yaşamıştır. Bu evrim devam edecektir. Sürecin nasıl bir kent tasavvuru doğuracağı meçhuldür. Kent kavramını irdelediğimizde karşımıza iki parametre çıkar. Bunlar; bunlardan ilki bir beldenin nüfus ve idari adlandırması nedeniyle kent olması, ikincisi ise, toplumsal konum ve ekonomik verileri açısından kent niteliğine kavuşmasıdır. Örneğin, bir vilayete gittiğimizde, idari anlamda “şehir merkezi” tabelası ile karşılaşsak da, oranın bir kent olmadığını, idari olarak bu ismin verildiğini hissederiz/yaşarız. Mamafih, bir başka yerde ise idari olarak bir niteleme yapılmadığı halde, o yerin tanımını zihnimizde hemen kent olarak yaparız. Burada zihin yapımız, kendince bazı verilere göre hareket eder. Mesela, Weber, bir yerleşim biriminin “kent” olarak tanımlanabilmesi için; savunma amaçlı bir yapısı [kalesi, hisar, burç vb], pazar yeri yani çarşısı, mahkemesi ve kendine göre kuralları ve nihayet kendine özgü bir iktisat yapısı olması gerektiğini ileri sürer. Weber’e göre bu nitelikleri taşıyan kent siyasal bir birimdir. Karl Marx, kenti üretim araçlarının, ticaret mallarının, gereksinimlerin toplanmış olduğu, yüksek zevklerin temsil edildiği yer olarak tanımlar. Emile Durkheim kenti, işbölümü ve dayanışma kavramları ile ilişkili olarak ele alır. Türk Dil Kurumu’nun yaptığı tanıma göre kent; sürekli toplumsal gelişme içerisinde bulunan ve toplumun yerleşme, barınma, gidiş-geliş, çalışma, dinlenme gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, pek az kimsenin tarım kesiminde çalıştığı, köylere oranla nüfus yönünden daha yoğun olan ve komşuluk birimlerinden oluşan yerleşme birimidir. Bu tanıma göre, sanayileşememiş kentler, aslında kent olarak kabul edilmezler. Bu durum batı argümanları ile çıkan sonuca paralel bir yaklaşımdır. Analiz hep ekonomik yapı ve üretim ilişkileri üzerinedir. Sosyal yönden bu konuda en kabul edilecek tanım, [sayın hocamız] Ruşen Keleş’ten gelmektedir. Ona göre, toplumsal, iktisadi ve kültürel açıdan kent; sosyal hayatın mesleklere, işbölümüne, farklı kültür gruplarına göre şekillendiği, bu faktörler ile doğan kurumların fazlalıkta olduğu, farklı sosyal tabaka, meslek, statüden insanların oluşturduğu ilişkilerin günlük yaşayışı etkilediği yerleşme merkezleridir. Dönüşüm Dönüşüm, kelime olarak “olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma” anlamına gelmektedir. Türk Dil Kurumu, dönüşüm kelimesinin eş anlamı olarak transformasyon sözcüğünü göstermektedir. Sözcük, “trans” ve “formasyon” kelimelerinin birleşmesiyle meydana gelmektedir. Bu anlam incelendiğinde her şeyden önce bir sürecin söz konusu olduğu anlaşılır. Mevzu bahis süreçte bir şekil değiştirme söz konusu olmaktadır. Dönüşüm kelimesi etimolojik olarak incelendiğinde kökün “dön“ mastarlı fiilden oluştuğu görülmektedir. Buna göre bir halden bir başka hale geçiş söz konusudur. Dönüşüm bir durumu değil bir süreci ifade eder. Gregor Samsa’nın yaşadığı bir hal değildir. Süreç ise, her duruma göre bir zaman dilimini içerir ve asla bir anı ifade edemez. Bunun gibi, dönüşüm, içinde bulunduğu unsurlardan [birey, mekan, doğa vb.] bağımsız olamaz. Yani, dinamik olan bu süreç aynı zamanda doğaldır. Bu doğallık her açıdan uygunluk/içkinlik göstermektedir. Bir tırtıl, belli bir sure sonra bir kelebeğe dönüşmektedir. Biyolojik olarak aynı olan bu canlı, görünüş açısından farklıdır. Kömür ve elmas ilişkisi gibi. Her ikisi de aynı atom yapısına sahiptir fakat, kıymetleri arasında uçurum vardır. Görünüş ve fonksiyon açısından ayrı, özleri ise aynıdır. Tıpkı bu örnekler gibi, bir kentin dönüşmesi de aynı evreyi içermek mecburiyetindedir. Aksi halde, “kentsel dönüşüm” dediğimiz zaman, aklımıza mekansal/mimari bir dönüşümden başkası gelemez. Mimari dönüşümün talep edilmediği, halkın böyle bir irade koymadığı halde, bunun oluşturulması ister istemez “eleştirilme” sonucu doğuracaktır. Kenti kent yapan unsurların korunması ile dönüşüm olur, bu unsurları içermeyen işler; bir dönüşüm değil bir değişim hatta yıkım doğuracaktır. Yaşanan istilalar, ekonomik krizler, savaşlar, barışlar ve sair birçok etmen eliyle her kent dönüşür. Bu bir doğal seyirdir. Her şehir, bu tip buhran veya olaylardan sonra Platon’un “..bir şehri ve insanların karakterlerini tuval diye alacaklar ve her şeyden önce tuvallerini tertemiz yapacaklar. Temiz bir tuval verilmedikçe veya tuvallerini kendileri temizlemedikçe bizimkiler bir şehrin ya da bireyin üstünde çalışmaya başlamayacaklar…” şeklindeki ifadesiyle kafasını iki elinin arasına alıp düşünmelidir. Bu imkânı olamayan şehirlerin dönüşümü de, kendisi menşeli değil, dışındaki unsurların ortaya çıkardığı araçlar eliyle olacaktır. Son dönemlerdeki bu etki hiç şüphesiz küreselleşmedir. Küreselleşme sürecinde insanoğlu, kendisini kendine yabancılaştıracak ölçüde bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu zihinsel inşanın sonucu olarak da biri birine benzeyen [ya da bir diğerine benzemeyi matah bir şey sanan] kentler ortaya çıkmaktadır. Bu “kendine özgülüğün” yitimidir. Bu çağda, “fıtratla” mücadele eden insanın; toplumun doğasına ters kentler meydana getirmesi, istenmeyen fakat beklenen bir sonuçtur. İbn-i Haldun’un toplumları insana benzetmesi bilinen bir görüştür. Bu çağda kentlerin modern görünme çabası da bu benzetmedeki ilişkinin yansımasıdır. Küreselleşmenin etkisindeki bireylerin oluşturduğu toplum, bu akımın taleplerine uygun mimari üretmektedir. Antik kentten başlayan şehir rekabetleri, bir bölgeyi etkileyen mücadeleler ihtiva ederdi. Bu dönemde her kent; “world city” olmak ve dünyaya yön vermek gibi bir gayrettedir. Bu “janjanlı” ifade, aslında sermaye, mal ve bilgi akışına yön vermek suretiyle, bir başka yörenin [dolaylı da olsa] sömürülmesi gayesinden başka bir şey değildir. Kentsel Dönüşüm Kentsel dönüşüm her şeyden önce bir plandır. Bir imar ve yapım projesidir. Belirli bir yerdeki mülkiyetin analizi sonucu elde edilen veriler üzerinden yürütülen bir faaliyettir. Ülkemizde [basit bir ayrıma gidersek] iki tür kentsel dönüşüm vardır. Bunlardan ilki, Belediye Kanunu 73.maddedeki, Belediye eliyle kentsel dönüşüm yapılmasıdır. İkincisi ise, 6306 s. Kanun çerçevesinde yürütülen afet riski altındaki alanların kentsel dönüşümüdür. Her ikisinde de amaç kentin, dönüşüme tabi alanlarının tespit edip onlara ilişkin mülkiyet verilerinden hareketle bazı sonuçlara ulaşarak, bir imar planı doğrultusunda yapım işlerine girişmek olarak özetlenebilir. Belediye Kanunu 73.maddedeki, Belediye eliyle kentsel dönüşüm belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon (eğlendinlen) alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması şeklindedir. Bu anlamda sadece bir kent imar etmek için plan oluşturmak maksadıyla değil, kentin tarihi dokusunun tanzimi, kültürünün korunması amacıyla da kentsel dönüşüm projelerinin tasarlanması mümkündür. Ancak, belediyelerinin daha çok konut ve işyerleri içeren ve bir alanın yıkılıp yeniden inşası yönündeki projelere öncelik tanıdığını görmekteyiz. Kentsel Dönüşüm Problemleri. Kentsel dönüşümü deprem riski altındaki yerler açısından bağışık tutarsak, ülkemizdeki kentsel dönüşüm konusundaki en büyük açmaz, çizilen projelerin “kentin dokusuna uygun olmamasıdır”. Modern bir alan yaratma çabasıyla harekete geçilmesi, belirli bir yerde yaşayanların ihtiyaçlarına “dar bir tanıma tabi tutularak”, “vatandaşın konut ihtiyacının karşılanması” noktasından bakılması, eksik bir yaklaşımı doğurmaktadır. Önemli olan, vatandaş için öngörülen projenin, bireyin yöresel ihtiyaçları ile uyumlu olması ve bir yaşam biçimi dayatmamasıdır. Bu biçimde bir analiz ve çözüm yerine, rezidanslar, plazalar, gökdelenler, alış veriş merkezleri ile saksıdan parklar üretmek suretiyle kent dönüşmüş olmaz, daha sonra telafisi güç bir sosyolojik hastalık ile karşımıza çıkabilir.(bu cümlede bi bozukluk var baştaki ifade bu biçimde bir analiz ve çözüm yerine çıkarılsa daha iyi sanki) Örneğin, Urfa’da sosyal konutların dönüşümü ile yapılan dev blokların dikildiği binalar Yenişehir semti sakinleri tarafından algılanmakta güçlük çekilen yapılar halini almıştır. Binaların dizaynı, iç yapısı ve konforu birinci sınıf kalitedir. Fakat, çevrenin onlara bakışı, sosyal konutlar olarak nitelediğimiz yapılara bakışı kadar sempatik değildir artık. İstanbul’daki “Dumankaya İkon” binası da, örnek mahallesi sakinlerine pek sempatik gelmemiştir. Uzay üssünü andıran yapı, çok konforludur. Ama çevresiyle uyumsuz bir garabettir dışarıdan bakınca. İçerden bakınca ise, etrafı kirle kaplı bir vazo gibidir. Neresinden bakarsanız bakın, uyumsuzdur. Son günlerde Urfa’da açılan Piazza’ya birde ikiyüz metre ilerdeki Süleymaniye Caddesinden bakın mesela. Bir yanda, içinde her istediğinizi bulabileceğiniz bir “kapitalizm tapınağı” diğer yanda evine bir ekmek götürme peşindeki “fedakar baba”… Bir tarafta saygınlığın, kişinin davranışına bağlı kılındığı bir mahalle; bir yanda kredi kart limitinize göre itibarınızın belirlendiği bir mağazalar demeti, bir yanda en gerçek yönüyle hayat, öbür yanda sanal parametreler üzerine inşa edilmiş bir dünya… Kentsel dönüşümün en büyük çelişkisi belki de bunlar… Bu değerlendirmelerin ardında, konuya ilişkin olarak hukuki anlamda gördüğümüz dört çelişkiye de değinerek, yazımızı noktalandırmak istiyoruz. İlkin, kamulaştırma yasası bağlamında meseleye bakmak istiyorum. Kanunun ilk maddesinde amaç olarak kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, Devlet ve kamu tüzel kişilerince kamulaştırılmasında yapılacak işlemleri, kamulaştırma bedelinin hesaplanmasını, taşınmaz malın ve irtifak hakkının idare adına tescilini, kullanılmayan taşınmaz malın geri alınmasını, idareler arasında taşınmaz malların devir işlemlerini, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile bunlara dayalı uyuşmazlıkların çözüm usul ve yöntemlerini düzenlediğinden bahsedilmektedir. Buna göre temel sorum şu: Bu nasıl bir kamu yararıdır ki, siz birisi sizinle anlaşmadığı için onun mülkünü alıp, yerine çok katlı bina yapıp, bu daireleri/işyerlerini başkalarına satacak ya da kiralayacaksınız. Bu bir kamu yararı olabilir mi? Yani bu kimse, bu plan dâhilinde bahse konu yapıyı bir müteahhide verip, en az %40’ını alıp mülkünü fazlaştırabilecekken, devlet hangi saik ile burada kendisinin başkasına satacağı bir yeri kamu yararı adı altında mülkiyetine geçirmektedir. Bu yaklaşım temelde hatalıdır. İkinci olarak, kentsel dönüşüm projelerinde Belediye Kanunu m.18’deki kesintinin by-pass edilmesidir. Kanunen bir arsadan yapılacak maksimum kesinti %40’ı geçemez. Ancak, kentsel dönüşüm planlarında bu durum yerini yüksek katlı binalara ve daha fazla kesintiye maruz kalınarak yapılan/yapılmak zorunda bırakılan anlaşmalara dönüşmektedir. Bu da hatalı bir yaklaşımdır. Üçüncü nokta ise, kentsel dönüşümün rant belirleme emsallerinin, tapu kayıtları üzerinden yürütülmesidir. Bunlar tercih edilirken de en düşük oranlarının seçilmesidir. Serbest piyasanın çok çok altında çıkan bu değerler, çoğu zaman, malikin kendi yerinden daha küçük bir yere razı olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Dördüncüsü ise, üzerinde yapı olmayan arsaların da kentsel dönüşüme tabi olabileceği hükmüdür. Burada anlaşılamayan şudur: Var olmayan bir yapı nasıl bir dönüşümün konusu olacaktır? Sonuç yerine Kentsel dönüşüm hayatın gerçekleri ve ilan edildiği alanın çevresine uygun biçimde projeler ile gündeme geldiğinde, ciddi anlamda bir sosyal adalet argümanı olabilir. Bunun dünyada da, ülkemizde de örnekleri vardır. Bu minvalde, kentsel dönüşüm fikrini bir çırpıda kötülemek, haksızlıktır. Hatta yerinde projelerin [örn. Karatay Kentsel Dönüşümü] ne kadar da iyi sonuçlar verdiği/vereceğini söylememiz mümkündür. Ancak üzüntümüz, ruhunu kaybeden şehirlerin oluşmaması için, tek elden, tek tip ve birbirine benzeyen kentlerin tasarlanması suretiyle çıkılacağına olan genel kanaatten duyduğumuz sıkıntıdır. Her yerin her yere benzediği bir tür görüntü kirliliği yani… İmkânı olmayan vatandaşımızın sağlıklı konutlara kavuşması, ülkemizde konut sahipliği oranının % 60’lardan daha yükseğe taşınması oldukça yerinde bir siyasi hamledir. Fakat bunun hukuki alt yapısının güçlendirilmesi, kentsel dönüşümün mülkiyet hakkını zedelemeyen bir sürece dönüşmesi de devletin en önemli planlama görevidir. Şehirlerin küreselleşmeden etkilenirken, kendisine ait unsurları yitirmemesi, ileriye dönük en önemli yatırımdır. Zira bedenen var olan, ama ruh ve hafıza anlamında bitmiş bir kent, aslında yok demektir. Kentsel dönüşüm fikri kendini bu minvalde revize etmelidir. Alışveriş merkezlerinin, plazaların, yüksek kat binaları, gökdelenlerin olduğu uydu kentleri kurmak daha yerindedir. Böylece eski ve yeni birbirine karışmadan kendi mecrasında akar. Bu minvalde mevzuatların düzenlenmesi bir zarurettir. Şehir içi rantını, kâra/gelire dönüştürmek kamu yararıyla bağdaşmaz. Bu algı ile hazırlanan düzenlemeler bizce hatalıdır. Zannederiz ki, bu konudaki kafa karışıklığımızı özetleyen değerlendirme [sayın hocamız] Saadettin Ökten’den gelmektedir: “…önce ülkenin entelijasyasının sonra bütün kitlesinin çok ciddi bir bir medeniyet tercihi yapması lazım. Bir taraftan işine geldiğinde İslami medeniyet tasavvuru çok insani olduğu için; diğer yönden ise, tüketime dönük kapitalist medeniyet tasavvuru onun imkânlarından perverde olduğu için; böyle bir ikili anlayışla bu hadisenin devam etmeyeceği kanısındayım. Dolaysıyla biz eğer bugün yaşanılabilir ve estetik değeri olan şehirler yapmak istiyorsak, kendi medeniyet tasavvurumuzu önce tanımlamamız sonra o tasavvura da toplum bazında inanmamız lazım…” Korkumuz, küreselleşme etkisi ile şehirlere takılmak istenen “maske”nin, şehirlerin kişiliğini/kimliğini yutar hale gelmesi ve bu etkinin devam ediyor olmasıdır. Yazı İçin Faydalanılan Eserler : Aristoteles , Politika, (Çev. Mete Tuncay), İstanbul, 1975 Aslanoğlu, Rana, Kent Kimlik Ve Küreselleşme, Asa Kitabevi, Bursa, 1998 Bumin, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998 Cottret, Bernard, Karl Marx, (Çev: Mahmut Nedim Demirtaş) Everest Yay. İst- 2012 Çelik, Lamih, “Belediye Yasasında Kentsel Dönüşüm”, Yerel Yönetimler Dergisi Haziran 2011, C:16, S:6 Keleş, Ruşen, Kentleşme Politikası, Ankara, 1998 Keyder, Çağlar, Ulusal Kalkınmacılığın İflası, Metis Yayınları,1993 Kılıçbay, Mehmet Ali, Şehirler Ve Kentler, Gece Yayınları, Ankara, 1993 İsbir, Eyüp G., Şehirleşme Ve Meseleleri, Ocak Yayınları,Ankara,1986 Ortaylı, İlber, Tanzimat’tan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, Hil Yay.,İst-1985 Platon, Devlet, (Çev. Serdar Taşcı Ve Neval Akbıyık), Metropol Yayınları, Ankara, 2003 Türk Dil Kurumu , Kent Bilim Sözlüğü, Ankara, 1998 Tuncay, Mete, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, 1986 Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu Kitabı, İÜHF, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü, İstanbul-1973 Yaşanabilir ve Estetik Şehirler, Konuşmalar ve Sunumlar, Ak Parti 4. Yerel Yönetimler Sempozyumu Kitabı Weber, Max, Şehir, (Çev. Musa Ceylan), Bakış Yayınları, İstanbul, 2003 Bu yazı daha önce Şanlıurfa Kent Konseyi Gazetesinin 2.sayısında yayımlanmıştır.
Urfa'da Kentsel Dönüşüme Bakış...

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.