URFALI URFA’NIN KURDUDUR

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sözün orijinali, kadim Latincede yankılanır: “Homo homini lupus”, yani “İnsan, insanın kurdudur.” Bu sarsıcı ifade, Aydınlanma Çağı'nda Thomas Hobbes tarafından yeniden sahneye çıkarıldı. 17. yüzyıl Avrupa’sının çalkantılı döneminde filizlenen bu temel toplumsal bakış açısı, bugünkü liberalizmin dahi temelini atar: İnsan, doğası gereği vahşidir ve kendi bireysel menfaati uğruna hemcinsini kurt gibi yemekten çekinmez.

Peki, bu Batı felsefesi, iş memleket sevdasına geldiğinde nasıl bir dönüşüm geçirir?

Memleket Refleksi: Yabancıya Karşı Bir Kalkan

Batı’da gelişen bu keskin algı, söz konusu kişinin ülkesi, şehri ve toprağı olduğunda bambaşka bir kimliğe bürünür. Yaşadığı çevreyi, toplumu ve coğrafyayı benimsemiş insanlar, içgüdüsel bir refleksle ona sahip çıkarlar. Onu korurlar, gelişip ilerlemesi için çaba sarf ederler. Kimisi buna memleket sevgisi, kimisi asabiyet, kimisi de hemşehrilik der.

Bu savunma refleksi, özellikle yabancıya karşı bir kalkan görevi görür. Kendi kültürünü, tarihini ve değerlerini alay konusu yapmaz, başkalarının yanında aşağılamaz. Bu, doğal ve olması gereken bir aksiyondur. Çünkü yerleşik olmanın ve aidiyetin doğası budur.

Urfa Hariç: Kendi Bıçağını Kendi Sırtına Saplamak

İşte tüm bu evrensel kaideler, söz konusu Şanlıurfa olunca maalesef tepeden tırnağa değişiyor.

Memleketini korumak bir yana, elin yabancısı yanında kendi insanını, köyünü, şehrini "gömmek" olağan bir davranış hâline geliyor.

Karşısındaki kişiye şirin, aydın ve entelektüel görünebilmek için şehri kötülemek, insanını, değerlerini, hatta kullandığı dili dahi alay konusu ederek yabancıya aktarmak, sıkça karşılaştığımız utanç verici bir durumdur.

Neden Aidiyetsiziz? 250 Yıllık Bir Sürgün Hissi

Bu garip aidiyetsizliğin köklerini anlamak için şehrin tarihine bakmak gerekir. Urfa’nın şimdiki nüfusunun büyük bir çoğunluğunun şehirdeki geçmişi 250 yılı geçmez. Büyük çoğunluk taşradan, komşu ilçe ve illerden gelip yerleşmiştir. Bunun sebebi, Osmanlı’nın uyguladığı zorunlu iskân politikalarının bir sonucudur. Kimseyi bir yerde uzun süre tutmamış, zorunlu göçlere tabi tutmuştur.

Kısacası şehirde, "Ben bin senedir buradayım" diyene rastlayamazsınız; derse de inanmayın. Elbette bu durum diğer şehirlerde de görülür. Ancak hiçbir şehirde durum Urfa’daki gibi tersine işlemez.

Başka bir şehirde bir aile yüz yıl yaşamışsa orayı sahiplenir. Bizde ise durum tam tersidir: Kimse de aidiyet duygusu yoktur. Buna, şehrin "yerlileri" diye tabir edilen kesimini dahi dâhil edebiliriz.

"İsotçu" Yalanı ve Kendi İnsanına İftira

Bu yabancılaşmanın en çarpıcı örneği, maalesef kendi içimizde ürettiğimiz lakaplardır. Geçenlerde, internette bir gezgin kadına eski Urfa’yı tanıtan bir rehberin sözleri dikkatimi çekti. Mahalleleri sıralarken şöyle diyordu: "Şu bölge Ermeni mahallesi, bu bölge Yahudi mahallesi, bu tarafta da İSOTÇU’lar oturuyor."

Evet, "İsotçu"... Şehirde 150-200 yıldır yaşayanlara taşra tarafından takılan bir lakap. Fransız işgali dönemine tarihlenen, yalan yanlış, alçakça iftiralarla süslenerek üretilmiş bir lakap... Oysa en acısı, bu yalana işgalciden çok, maalesef kendi Urfalılarımız inanmış ve bunun pazarlamasını yapar hâle gelmiştir. Kendi kültürel mirasına ihanet eden bir pazarlama! Fransızların Urfa’da yaptığı rezilliklerin kat be katı Adana’da Maraş’ta Antep’te yaşanmasına rağmen hiçbir memlekette kendi insanını aşağılayan bu şekil bir yakıştırmaya rastlayamazsınız. Urfa, bu işgalden merkezi idareden destek almadan kendi öz imkânlarıyla, köylüsü ve şehirlisi el ele vererek kurtulmasına rağmen, kendi torunları bu tür yakıştırmalara inanmaya devam ediyor.

Göz Göre Göre Yok Edilen Zenginlik: Tarım Arazileri

Memlekete sahip çıkmamanın somut ve geri dönülmez sonucu ise tarım arazilerinin katledilmesidir.

Tarım alanları bir şehrin en büyük zenginliğidir. Hiçbir memlekette verimli tarım arazisinin üzerine, her tarlanın göbeğine bir ev dikilmez. Gelin Urfa'ya bakın: Üzerinde ev olmayan tarla bulmak neredeyse imkânsızdır; hatta tekil evler değil, koskoca mahalleler kurulmaktadır.

"Yöneticiler neden ses çıkarmıyor?" diye sorulduğunda, aklı başında birinin verdiği cevap manidardır: "Sen memleketine, tarım alanına, çocuklarının geleceğine sahip çıkmıyorsan; elin memuru neden sahip çıksın? 'Ben iki yıl görev yapıp giderim, bana ne?' der.Kağıt üstünde cezalarla günü geçiştirir.

Urfa'nın en büyük meselesi, yabancısı değil, kendi içindeki kurdudur. Aidiyet duygusu yeniden tesis edilmedikçe, Urfalı Urfa’nın kurdu olmaya devam edecek, şehir ise sessiz sedasız eriyecektir.

URFALI URFA’NIN KURDUDUR

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.