reklam alanı

RESSAM SAİT TOPRAK: URFA'DA RESİM SANATI ÖKSÜZ KALDI!

‘Kültür hazinemizi kaybettik ama kimse gocunmadı’

RESSAM SAİT TOPRAK: URFA'DA RESİM SANATI ÖKSÜZ KALDI!

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Vahim bir olay oldu. Şehir büyüdükçe, sanatın rahat hareket edebileceği, kendini ifade edebileceği alanı daraldı. Ve bunun sonucunda galeri kapandı. Ben 10 yıl Adana’da yaşadım. Döndüğümde 2011-2012 idi. Galeriyi tekrardan ziyaret için uğradım. Bir de baktım ki, galeriden eser yok. Oraya bir iki tane memur masasını koymuş, eyvanda başka memurların oturduğu bir mekana dönüşmüş Galerideki arşiv geri Ankara’ya gönderilmiş. Nevin Güllüoğlu Hoca’nın gayretleriyle Urfa’ya Türkiye resim sanatının ciddi bir resim koleksiyonu geldi. Çoğu şehrin sahip olamayacağı bir koleksiyon ve tarih kitaplarında gördüğümüz örnek resimler. Burası kapandıktan sonra bunlar Ankara’ya gitti. Yani biz büyük bir hazine kaybettik. Ama hiçbirimiz gocunmadık bundan. Rahatsız olmadık HÜSEYİN ÖZKAN/RÖPORTAJ-İPEKYOL Sait Toprak… Mutluluğun resmini çizmeyen bir ressam... Resimlerinde daha çok insanların hoyratça doğayı tahrip etmesini ele alıyor. Resimleri Comtemporary’de sergilenen ve yaptığı resimlerle birçok ödül alan Toprak, şimdilerde eskizlerini sergilemeyi düşünüyor. Toprak, Urfa’nın bir zamanlar sanat alanında birçok kenti geride bıraktığını; ancak Şanlıurfa Güzel Sanatlar Galerisi’nin kapanmasıyla, resim sanatının adeta öksüz kaldığını söylüyor. “Şehir büyürken, sanatın alanı daraldı” diyen Toprak’la resim sanatını ve bu alanda yaptıklarını konuştuk… Resim yapma merakınız nasıl başladı. Ne zaman başladı? Etkilendiğiniz biri var mıydı? Henüz İlkokulda iken resme merakım başladı. Bunu ortaokuldaki öğretmenlerim fark etti ve Şanlıurfa Güzel Sanatlar Galerisiyle tanışmama vesile oldular. Galeride ilk tanıştığım kişi Nevin Güllüoğlu – çok iyi hatırlıyorum yağmurlu bir gündü- elimdeki sunta üzerine yaptığım resmi gördüğünde beni doğruca galerinin en köşesindeki Mehmet İnci atölyesine götürdü. Bu atölye daha çok yağlıboya çalışanların atölyesiydi. Fakat Nevin Hoca benim bu atölyede bir şartla çalışabileceğimi söylemişti. O da her cumartesi düzenli olarak kursa katılmamdı ve ben de Bozova Y.İ.B.O.’da okuduğum dönemde istikrarlı bir şekilde galeri kurslarına devam ettim. Öyle ki bir zaman sonra artık kendimi galerinin bir kursiyeri değil, sahibi hissetmeye başlamıştım ki galerinin her yardımına koşuyordum. Hayatımın çoğunu geçirdiğim bir yer olmuştu. Sanat maratonuna başlamamın yeri oldu diyebiliriz. Urfa’da resme başlayan biri çoğunlukla Urfa’nın tarihi yerlerini resmetmeye başlar ki bunların çoğu da kalıp kompozisyonlardır. Bende her Urfalı ressam gibi böyle bir ortamda Urfa manzaralarıyla resme başladım. O dönem Güzel Sanatlar Lisesine hazırlanırken Mehmet Sakızcı’yla tanıştım. Onun resimleri mevcut olandan çok farklı gelmişti bana. Yine Nevin Hoca ve M. Sakızcı destekleriyle 1996’da Güzel Sanatlar Lisesinin yetenek sınavını kazandım. Kaç öğrenci vardı o dönem? 11 kişi vardı. Yeni açıldığı için pek rağbet yoktu, daha doğrusu bilinmiyordu. 11 kişi de çok iyi üniversiteleri kazandı. Daha sonrasını pek takip edemedim. Liseden sonra neler yaptınız? Güzel Sanatlar Lisesinden mezun olduktan sonra 2000 yılında Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi’ni kazandım. Orada 4 yıllık eğitimden sonra aynı üniversitede yüksek lisansa başladım. 2009’da yüksek lisansı tamamladım. Lisans dönemi bana çok büyük bir gelişim sağlamadı. Fakat yüksek lisansta özellikle Mustafa Okan’ın büyük bir desteği ve ilgisi oldu. Öğrencilik dönemimde resimlerimin üzerinde çok ciddi değerlendirmelerde bulundu. Daha sonra bu gelişmeyle birlikte Türkiye genelinde yapılan birkaç yarışmaya katıldım. Bunlardan en önemlisi 68. Devlet Resim Heykel Yarışması’ndan ödül aldım. Talens Üniversitelerarası Resim Yarışması’nda ödül aldım. Yine aynı yıl içerisinde Eskişehir Üniversitesi 50. Yıl Etkinlikleri Yarışmasında ödül aldım. Bu takip eden ödüller sanat çevresinde bir ilgiye mahal oldu. Türkiye’nin birkaç sayılı galerisinden teklif aldım. Ama ben daha çok akademiyle haşir neşir olmak istiyordum. Bu işin pratiğini herhangi bir yerde öğrenebilirsiniz; ama teorisini üniversite ortamında öğrenebilirsiniz. Çünkü bilginin en aktif ortamı üniversitelerdir. Bu arada Görüntü Sanat Galerisi sahibi Yüksel Yıldırım’la tanıştık. Kendisi beni dört yıldır Adana’daki sergilerden takip ediyormuş. Bana ‘Contemporary İstanbul’da çalışmalarını sergiler misin?’ dedi. Bende bu fırsatı iyi değerlendirip bir yıl öncesinden sıkı bir çalışmanın ardından Contemporary ‘09’a katıldım. İlk defa uluslararası bir sanat fuarına katılıyordum. Heyecanlıydım. Fuarda izleyiciler ve sanatçılardan olumlu eleştiriler aldım. Hem genç olmanın verdiği bir avantaj hem de merkezden farklı imgeler, motifler kullanmam yabancı ve yerli galericilerin dikkatini çekti. Üç günde bütün resimlerimi sattım. Bu ulusal ve yerel basına da yansıdı. Peki, resim için yetenek mi, çok çalışmak mı gerekiyor? El ustalığı, birikim, merak ve meslek dürtüsü olmadan bir yere varılmaz kuşkusuz. Ben yıllarca tabelacılarda, reklamcılarda çalıştım. Henüz bilgisayarın reklam işinde kullanılmadığı dönemde günlerce bez afiş ve sac tabela yazdım. Tabi bu sanatsal yönünüzü geliştirmez. Fakat zanaatkârlık yönünüze büyük bir katkı sağlar. Sizin bir boyayı, bir alet-edevatı nasıl kullanacağınıza katkı sağlar. Buna bağlı olarak yaratıcılık ya da özgün bir şeyi ortaya koymak kişinin tamamen özel birikimiyle ilgilidir. Herkes belli bir eğitimden sonra bazı temel sanat bilgileri edinebilir. Fakat bunu yaratıcı bir duruma getirebilmeniz için mutlaka bir birikim, özel bir çaba gerekir. Kısacası istikrarlı bir çalışma gerekir. Resimlerinizi nasıl oluşturuyorsunuz? Yüksek lisans dönemindeyken günde on beş saat çalışırdım. Bir resimim yedi-sekiz resmin üzerine inşa olur. Başka bir değişle, resim üstüne resim yapıyorum. Bu nedenle yıl içerisinde çok az ürün çıkar. Bunun sayısı da 15’i geçmez. Yaptığım resimlerin arkasında yığınla bir enkaz vardır. Ayrıca resimlerimde karışık tekniği tercih ediyorum. Bunlar çoğunlukla yan sanayi ürünleri, dış cephe boyaları, kâğıt, tutkal, kumaş, zift gibi malzemelerdir. Kısacası resmi oluşturan, resmi yüzeye çıkaran bütün malzemeleri kullanıyorum. Kendimi sadece bir malzemeye, tekniğe hapsetmek istemiyorum. Bu da sizin resimdeki düşünce hacminizle ilgili bir şeydir. Buna paralel olarak, sürekli bir yazarın günlük tutması gibi ben de eskiz defteri tutarım. Boyayla o gün içli dışlı olmasam bile, kaldığım yerde, seyahat ettiğim yerde eskiz defterimi mutlaka yanıma alır çizgi günlüğümü tutmaya devam ederim. Bir resme başlarken nasıl başlıyorsunuz? Kafanızda bir imge mi oluşuyor, yoksa bir ilham mı? Her şeyden önce imgeye ulaşmak bir süreçtir. Resim benim için akışkanlıktır -yaşamımı düzene sokan bir alışkanlık. Ne çizeceğinize dair hisleriniz belirsiz olabilir, ama bazı şeyler bir süreç sonunda meydana gelir ve bu süreç boyunca bildiğiniz şeyleri değiştirebilir, pekiştirebilir ya da tamamen dağıtabilirsiniz.Bu yüzden belli bir konuyu belirleyip o konu üzerine resim çizmeye başlamam. İç dünyanız sizin neyi çizip neyi çizmeyeceğinize karar verir ki bunlar sizin hoşlandığınız ya da rahatsız olduğunuz durumlardır çoğu zaman. Yani ben biraz da, elimden geldiğince, iç dünyamı dinleyip onunla yola çıkıyorum, süreç içerisinde düşünceyi, imgeyi çalışmayla birlikte incelemeye başlıyorum. Bu süreçte resmi inşa etmenin yolu birazda anlamı inşa etmekle eş değerdir. Bu yüzden, ben sadece resmin kendi olanakları etrafında dolaşan değil farklı olanakları da resme taşımayı hep yeğlemişimdir. Çünkü günümüzde salt pentür bilgisi ve becerisi sizin imge yaratımınızda yeterli olmayabiliyor. Bu yüzden, kullandığım malzemenin gerçek hayatla sıkı bir bağlantısı var. Aynı şekilde, kullandığım imgeler, resme başlamam, ya da resmi yapmamdaki en acil şey gerçek hayat, dış doğa ondan sonra edebiyattır. Edebiyat benim olmazsa olmazlarımdandır. Sanatımın stepne tekeridir. Resimlerimin altında ciddi bir edebiyat birikimi var. Örneğin uzun bir dönem Yaşar Kemal’in ‘Karıncanın Su İçtiği’ hikâyesindeki imgeleri resimledim. Tabi bu doğrudan Yaşar Kemal’in edebi imgelerinin resme tercümesi değil; o imgelerin benim içimde uyandırdığı heyecanın resim diline dönüştürülmesidir daha çok. Bu size resim yapma aşamasında ya da imge üretmede ve çoğalabilmesinde sonsuz bir olanak tanıyor. Aynı şekilde sonsuz bir deneme alanı da sunuyor. Resim yaparken elemeyi önemsiyorum. Beklediğim sonucu almak için aynı resim üzerinde yorulup bıkıncaya kadar direnir, sonuç almaya çalışırım- öyle ki bu sayı bazen elliyi buluyor. Aslında Söylemin farklı yönlerini aramaya çalışıyorum. Yani doğrudan ilk düşündüğümün üzerinden değil; daha farklı olanaklarını aramaya çalışıyorum. Bunu William Kentridge’in söylediği gibi de ifade edebiliriz: “Resim fikirlerin test edildiği bir zemindir, düşüncenin ağır çekime alınmış halidir.” Son fırçayı vurup ‘bu resim bitmiştir’ nasıl diyorsunuz? Dediniz ya bu sayı elli oluyor, ikinci veya üçüncü resimde oluyor. Ben içerisinden birisini seçiyorum. Diğerlerini ya imha ediyorum ya da arşivliyorum. Bu durum, biraz da inşaattan sonra kalan enkaza benzer. Bazen de moloz olur bu yaptıklarınız. Atılması gerekir. O hengâmenin içerisinden bir resim seçilir. O resim tamda benim düşündüğüm şeydir. O çoklu üretim sürecinde bütün resimler, önceki ve sonrakiler birbirini besler, eklemlenirler. Yeni bir resme başlarken önceki resimlerin biçimlerini, edindiğim tecrübeyi hafızadan silmem. Bir şekilde diğerleriyle bağlantısını kurarım. Ancak yeni ile eski arasında bir çatışma yer aldıktan sonra kendine özgü, sürekli bir ilişki biçimi alır. Bu da sanatçının varoluş nedenidir aynı zamanda. Sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Resimlerimin teması çoğunlukla doğa üzerine. Doğa tahribatı ve hoyratça kullanılması üzerine. Resimlerimin çoğu bunlardan oluşur. Zaten ben bunlara belli isimler veriyorum. Örneğin, Metruk doğa, Dar doğa, Akabe Yapılar, İmara Açılmış Yeni Tarım Arazileri, Yeni Kent Üzerine Düşünceler gibi. Resimlerim o tahribata dikkat çekmeye çalışır çoğunlukla. İzleyiciyi zorlayıcı bir yanı vardır. O yüzden de izleyici pek keyif almaz. Hep hayalî bir dünya/kurgu gibi görünür bu resimler. Aslında mübin resimlerdir diyebiliriz. Resimlerimde renkleri, oluşturulan imgenin karakterine bağlı kalarak seçiyorum. Resmin örtük nesnesi olan iç içe geçmiş evler ya da bütün bir şehir görünümü, petrol sondaj makineleri, devingen doğa, harabe ve metruk doğa, anız gibi farklı doğa mekânları ile birlikte ele alarak, nesnenin durumu ve varlığı üzerine çeşitli yaklaşım olanakları denemeye çalışıyorum. Aslında burada doğa üzerinde önemsenen başat sorunların çözümü için belli başlı simgelere başvuruyorum. Teknolojinin gelişmesi ve buna bağlı olarak hızlı bir ekonomik kalkınma ile birlikte insan ihtiyacının artması ve aşırı nüfus çevre kirliliğinin ve tahribatın hızlanmasıyla doğa hızla yaşlanıyor. Bizim onu fütursuzca kullanmamızın bir sonucudur bu. Benim yapmak istediğim izleyiciyi bu durumla buluşturmak; ama izleyici resimle karşılaştığında resmin kendisini mutlu edecek bir tarafının olmadığının farkına varır varmaz yönünü değiştirir. Bu konuyla ilgili Burhan KUM’un manzara-doğa resmi üzerine bir düşüncesini paylaşmak istiyorum, şöyle der Burhan KUM: Hâlbuki manzara resmi yapmak, yaşanılan coğrafyanın biçimlendirilmesi ile ilgili alınan kararlar üzerine düşünmek demek olduğu için politik bir tavırdır.” Belki bu çizilen manzara, bizim tanık olduğumuz manzara resminden çok, o manzaranın tarihi üzerine notlar tutan bir imge örgüsüdür. Resmi bir mesaj verme aracı olarak mı kullanıyorsunuz? Anlatma denilen şeyi gerçekliğin ele geçirilmesi çabasına bağlayan ve böylelikle sanatı bilgi üretmenin alanı içine taşıyan bir yaklaşımı benimseyerek sanat yapıyorum. Ve bunun da bir tercih olduğunu düşünüyorum. Ama bu tercihin yalnızca sanatla ilgili değil hayatı algılayışımızla ve ona dönük gelecek tasarımlarımızla da dolaysız bir ilişkiye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz sanat, hayatı gerçek haliyle anlamaya çalışma uğraşıdır; fakat bunun nasıl bir düşünme düzeneği içinde yapılacağı sorusudur sanatçı için öncelikli ve önemli olan. Hayatla ilgili kararlarımızı verirken, sorularımızı oluştururken ve cevapları bulmaya çalışırken hangi düşünme biçiminin izini sürdüğümüz önemlidir. Çünkü bu sorular etrafında sanat üretmeye çalışırız. Bundan dolayı, resim bir şey söylemeli. Anlatımı, yani mesajı resimden kovamayız. Hatta “anlatmanın” hacmini genişletmeliyiz. Suskun, mesaj vermeyen bir resim yoktur kuşkusuz. Fakat bunun ifade etme biçimi ve derecesi sanatçıdan sanatçıya değişir. Buradaki mesaj, salt banal bir söyleme biçiminden ziyade, sanatın ortak uğraşısının bir sonucudur ki bu kendi başına buyruk bir söylem değildir. Peki, herkes sizin o düşündüğünüz mesajı alıyor mu? Benim düşündüklerimle onların resimde gördükleri doğrudan örtüşmeyebilir. Çünkü benim resimlerimin kaynağı doğrudan gerçek olgulardan oluşmaz. Benim gerçek üzerine söylemlerimle paralel başlar. Aynı zamanda pasif değildirler, müdahaleci ve değiştirici yanları vardır. Öte yandan, yarı soyut resimlerdir. Bu da izleyicinin doğrudan onu algılamasını daha çetin bir hale getiriyor. Genel izleyici daha çok onu mutlu bir alana götürecek bir şey ister. Aslında bu bahsettiğim ya da göstermeye çalıştığım konulara çok da uzak değiliz. Son on yıldır dünya sineması da bu tür konular üzerinde durmaya başladı. Örneğin John Hillcoat’ın “Road” filmi bunu en iyi anlatan örneklerindendir. Siz o zaman mutluluğun resmini çizmiyorsunuz. Öyle de söylenebilir. Bu resimleri, ben doğa üzerine resimler yapacağım zorlamasıyla oluşan ürünler değil, daha çok doğaya karşı bir sorumluluğun ürünleridir. Aslında burada ilk olarak dikkat çekilmesi gerekli olan unsur resmi yapanın doğa ile yaşadığı kişisel deneyimdir. Aynı şekilde, doğayı, zihinsel olarak özümseme bu deneyimlere dayanır. Gerçekten doğanın insana verdiği o ihya, o mutluluk durumunu çoğu insan hissedemeyebilir. Resimlerimde bahsettiğim doğada tam tersi durumlar da var, tahribat durumu var. Bazen güzellikten bahsetmemizin bir nedeni olmayabilir, tahribat, yıkım hâlihazırda devam ederken. Peki, bunun karşılığını buluyor musunuz? Muhakkak, insanların dikkatini çekiyor. İnsanlar takdir ediyor. Fakat dediğim gibi ben öyküyü önemsiyorum. Anlatımı önemsiyorum. Resim herhangi bir şeyin söylemi ya da propagandası değil. Resim kendinden bahseder sadece. Büyük şehirlerde resim sanatına bir ilgi, bir yaklaşım var. Urfa’da var mı böyle bir yaklaşım? Bir ilgi, sevgi… Birçok büyükşehirde sanat iflas etmiş durumda, özellikle plastik sanatlarda. Çırpınan sanatçılar da etkisiz hale getiriliyor. Çünkü İstanbul bunların hepsini sömürüyor. Bundan dolayı, belli bir zamandan sonra yereldeki çoğu sanatçı İstanbul’a göç etmek zorunda kalıyor. Yani bu kaçınılmaz bir şey. Urfa’ya gelince, 90’lı yıllarda sanat yönünden, özellikle plastik sanatlar alanında, çoğu büyükşehirle boy ölçüşebilecek durumdaydı. Biz bunun sonuçlarını da, ürünlerini de gördük. Ben de 1990-1995 yıllarındaki sanat ortamından, o kuşaktan yetişen biriyim. O dönem Şanlıurfa Güzel Sanatlar Galerisi özellikle Nevin Güllüoğlu döneminde, Urfa’da plastik sanatlarda ve resimde müthiş bir sanat ortamı vardı. Diyebilirim ki, Nevin Güllüoğlu, o dönem şimdi düşündüğümden daha cesaretli bir kültür insanıymış. O kadar geniş düşünmüş ki, galerideki koleksiyonu taşıyıp, Urfa’daki en ücra mahalleye kadar götürmüş. Her yıl galerinin koleksiyonunu dışarı taşır ve sokaklarda sergilerdi. Ben de o dönemde tabiri caizse sergiye bekçilik yapıyordum. Gerçekten Nevin Hoca’nın sanatı halkla buluşturmak için müthiş bir çabası vardı. Galerinin müdiresi olmasına rağmen o resimleri sırtlayıp götürüp sergilerdi. Sergilediğimiz resimler, akademik, soyut, halkın öyle pek beğenisini karşılayacak resimler değildi. Ama olsun, hiç olmazsa böyle şeyler de vardı o dönem Urfa’da. Aynı sergiyi Yenişehir, Eyyubiye ve Urfa’nın birçok farklı mahallesine taşıdı. Ne yazık ki, şimdi bunların hiçbiri yapılmıyor. Yapılan varsa da ya köhne bir odada ya da kapalı bir alanda yapılıyor. Bunları yapmak öncelikle sanat sevgisi ve cesaret ister. Siz gerçekten modern bir sanatı kalkıp sokaklara, caddelere taşıyorsunuz. Bu İstanbul’da bile az rastlanır bir şey. Buna benzer sergiler bugün yalnızca bienallerde yapılıyor -antrepolar ya da müzelerde. Fakat sokağa taşınınca daha farklı bir işlevi oluyor sanatın. O zaman toplumla içli-dışlı oluyorsunuz. Sanatı toplumun ayağına götürüyorsunuz. Eyyubiye’deki ya da İstanbul Bağcılardaki bir insan birçok nedenden dolayı modern bir müzeye gidemeyebilir. Ama siz sanatı onlara götürebilirsiniz. Onları sanatla buluşturabilirsiniz. Ne değişti peki Urfa’da? Vahim bir olay oldu. Şehir büyüdükçe, sanatın rahat hareket edebileceği, kendini ifade edebileceği alan daraldı. Ben on yıl Adana’da yaşadım. Döndüğümde 2011-12 idi. Galeriyi ziyaret için uğradım. Bir de baktım ki, galeriden eser yok. Oraya bir iki tane memur masası koyulmuş, yıllarca sanatçıların sanat tartışmaları yaptığı agorası yani eyvanı memurların sohbet ettiği, dinlendiği bir mekâna dönüşmüş. Çocukluğum orada geçti. Benim kafamda orasını sürekli ressamların elinde paleti, boyası olan, heykelini yapan, boynunda fotoğraf makinasını taşıyan insanları tahayyül ediyordum. Ama karşımda böyle kravatlı, bürokrat kesimini gördüğümde irkildim. Nasıl böyle bir şey olabilir dedim. Kapanmanın nedenini araştırdım. Galeriyi başka bir yere taşımışlar. Daha sonra resim arşivinin nereye gittiğinin peşine düştüm. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne gönderilmiş. Türkiye’de çoğu kentin sahip olamayacağı bir koleksiyon ve tarih kitaplarında gördüğümüz örnek resimlerde oluşuyordu. Galeri kapandıktan sonra koleksiyon Ankara’ya gitmiş. Yani biz büyük bir hazine kaybettik. Kültürel miras, kültürel hazine kaybettik. Ama hiçbirimiz rahatsızlık duymadık bundan. Bundan en çok rahatsızlık duyacak olan sanatla ilgilenen insanlardır. Fakat ne yazık ki biz bir araya gelip bunun peşine de düşemedik. Galerinin eski işlevine dönmesi için mücadele edemedik. İkincisi galerinin Urfalı ressamlardan oluşan bir koleksiyonu vardı. Onun da akıbeti belli değil? Benim de resmim vardı o koleksiyonda. Bu bir talihsizlikti Urfalı ressamlar için. Bir sanat merkezinin, hem mekân olarak hem de içerisindeki materyallerin, arşivin kaybolması, büyük bir talihsizlikti. Bu, şu anlama geliyor: Bu saatten sonra Urfa’da yetişecek sanatçıların sayısı azalacaktır. Ya da başka bir deyişle, resim Urfa’da öksüz kalacaktır. Bu hissediliyor yavaş yavaş. Resim artık görücüye çıkamıyor. Evet, resim artık görücüye çıkamıyor. Ben çok ressam sayabilirim o dönem galeriden yetişen. Bunların çoğu şimdi farklı okullarda öğretmenlik yapıyorlar. Üniversitede olanlar var. Sanat yapanlar var. Bu saatten sonra galeri eski işlevini göremeyeceği için ulusal bazda sanatçıların yetişeceğini sanmıyorum. Çünkü orada bir sürü olanak vardı. Orada kendini tanıyabilecek, kendini sanat ortamının içinde bulabileceğin, fikirlerin rahat bir şekilde tartışılabileceği, sürekli farklı sergilerin görülebileceği bir mekândı. Bunu artık göremezsiniz. Urfa’da şu anda hâlihazırda dişe dokunur bir galeri yok. Yakın zamanda Mardin’e gittim. Bugün Mardin çok güzel sanat galerilerine sahip. Hem üniversitenin hem de valiliğin eski Mardin evlerini restore ederek dönüştürdüğü sanat galerileri, Sabancı’nın müzesi… Bunlar ilerde kentin sanat ortamı için büyük bir katkı sunacaktır ve aynı zamanda kent bu galerileriyle tanınacaktır. Ama bizde ise tam tersi bir şey oldu. Yollarımız genişledi, arabalarımız çoğaldı; ama sanat mekânlarımız daraldı! Siz peki resimlerinizi şu anda nerede sergiliyorsunuz? Ağırlıklı olarak her yıl düzenli olarak Contemporary İstanbul’a katılıyorum. Resimlerim orada izleyiciyle buluşuyor. Bunun dışında Türkiye’nin farklı kentlerinde sergiler açan ve kurucusu olduğum genç sanatçılardan oluşan “Topluiğne” sanat grubuyla da düzenli olarak belli konular üzerine oluşturduğumuz resimlerimizle sergiler açıyoruz. Sait Toprak kimdir? Ben 1983’te Bozova’da doğdum. Çocukluğum Oğlan Köyü’nde geçti. 8 yıl Bozova Yatılı Bölge İlköğretim Okulu’nda okudum. Baraj nedeniyle köyümüz su altında kaldı. Bu bizi mecburi göçe zorladı, Urfa’ya. Liseyi Urfa merkezde okudum. Lisans ve yüksek lisansımı Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitim Bölümü’nde tamamladım. Meslektaşım Gül Işıklar’la Evliyim. ÖDÜLLER 2013, 13. Şefik Bursalı Resim Yarışması, Ödül, Ankara 2013, Çorlu Kültür ve Sanat Derneği “Çevre ile Büyümek” Konulu Resim Yarışması, Çevre Özel Ödülü, Çorlu 2009, Talens Üniversiteli Öğrenciler Arası 5. Ulusal Sanat Dünyası Resim Yarışması, Birincilik Ödülü, Tüyap Fuarı, İstanbul 2008, Anadolu Üniversitesi 50. Yıl Ulusal Resim ve 50. Yıl Anıtı Ulusal Proje Yarışması Resim ödülü, Eskişehir 2007, 68.Devlet Resim ve Heykel Yarışması Resim Ödülü, İzmir 2005, Ş.Urfa Belediyesi Resim Yarışması Ödülü, Ş.Urfa 1996, Uluslararası Kelaynak Festivali Resim Yarışması, Birincilik Ödülü, Birecik/Ş.Urfa SEÇME SERGİLER 2012, Contemporary Art Fair’12 İstanbul, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı 2012, Genç Sanatçılar Kervansarayda Buluşuyor, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, Malatya 2011, Contemporary Art Fair’11 İstanbul, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı 2010, Contemporary Art Fair’10 İstanbul, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı 2010, Toplu-İğne Sanat Grubu "Sarı Sıcak" (Yaşar Kemal) Sergisi, 75. Yıl Sanat Galerisi, Adana 2010, “Genç Ustalar Usta Gençler” (Çağdaş Türk Resminin Genç Kuşağı) Sergisi, MKM (Beşiktaş Çağdaş), İstanbul 2010, Toplu-İğne Sanat Grubu “Hayal Kurmaya Övgü” Sergisi, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Sanat Galerisi, Mersin 2009, 33. DYO Resim Ödülü Sergisi, İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne, Ş.Urfa, Kıbrıs/Lefkoşe, Kayseri, Trabzon 2009, Contemporary Art Fair’09 İstanbul, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı 2009, Toplu-İğne Sanat Grubu “Oyun” Sergisi, 75. Yıl Sanat Galerisi, Adana 2008, “Kolajname” Karma Sergileri, Mersin, Adana, Ankara, İstanbul, Antakya 2008, Adana Genç Sanat Resim, Heykel ve Güncel Sanat Sergisi, Marina Vista, Mersin 2008, Toplu-İğne Sanat Grubu “Masal” Resim, Heykel, Grafik Sergisi, 75.Yıl Sanat Galerisi, Adana 2006, “Sen Ödevsin; Ama Görünürde Hiç Öğrenci Yok”, İl Kültür Turizm Müdürlüğü Sergi Salonu, Adana 2005, “1001 Bedros” (Bedri Rahmi Eyüpoğlu Anısına) Karma Resim Sergisi, Ş.Urfa Ticaret ve Sanayi Odası Sergi Salonu, Ş.Urfa 2004, “Cevapsız Zamanlar” Adana Çimento Sanat Galerisi (Kişisel), Adana
RESSAM SAİT TOPRAK: URFA'DA RESİM SANATI ÖKSÜZ KALDI!

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.