Reklam Alanı

GELDİK… GİDİYORUZ…

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
“...Niçin kaçar hepimizin neşesi. Bizler misafiriz ve dünya Misafir terlikleri.” (İbrahim Tenekeci; Mevsim Normalleri)   “Dar-ı dünyâ bir misafir-hânedir kim her gelen, Ah şahım yazdı gitti safha-i dîvârına.” Necati Geldik, gidiyoruz. Yaşanıyor, yaşandıkça yaş(l)anıyor hayat, yaş alıyoruz, yaşlanıyoruz. Yazın ortasında, güneşin altında, pazarın orta yerinde; buz satan adamın kaygısını yaşıyoruz her geçen zaman. Bir nidadır dile gelen;” sermayesi hızla tükenen şu adama yardım edecek yok mu?” Ve bu nida karşısında, zamanı kavrayan arif adamın bayılarak yere yığılışı gelir aklımıza. Arifin anlayıp, bizim anlayamadığımızdır zaman. “Eriyen ömür sermayesidir.” Kayıp gidiyor ellerimizden zaman, geçiyor ömür denen sermaye.  Tüketiyoruz; yaşayabildiklerimiz, yaşıyor olduklarımız ve kim bilir yaşayabileceklerimiz… Bazen acı ya da tatlı, bazen hüzün ya da mutluluk. Bazen umut, bazen kapkaranlık umutsuzluğa dönüyor zaman. Geçiyor hayat ve biz hiçbir şey yapamıyoruz… Zamana dair sorular soruyoruz, Necip Fazıl gibi; “Nedir zaman, nedir? Bir su mu, kuş mu? Nedir zaman, nedir? İniş mi yokuş mu?” Her soru esasen bir cevap arayışı değil midir? Hayata dair yanıtlar arıyoruz. “Kıyamet günü, Yaratıcı'ya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatabilmeliyim." Böyle diyordu, Ayşe Şasa; Bir Ruh Macerası’nda. Evet, bütün mesele; yaşanılan ömrün sonunda güzel bir hikâye anlatabilmek değil mi? Bütün sorularımızın cevabı burada değil mi? Hayat bir film şeridi gibi gözümüzün önünden akıp geçiyor işte. Hayal kırıklıkları ve de hayat kırıklıkları, geçen ömre, bir fotoğraf albümüne bakar gibi bakıp hüzünle geçiyoruz. Daha çok artıyor yalnızlığınız, daha çok kendinizle kalmak, daha çok susmak istiyorsunuz. Evet, bu duyguları siz de yaşıyorsanız, yaşlanıyorsunuz demektir. Yavaşlıyorsa adımların, heyecanın yerini temkine bırakıyorsa, daha fazla sükûnet arıyorsan, daha bir nemleniyorsa gözlerin, gençlik iyiden iyiye uzaklaşıyorsa senden, artık yaşlanıyorsun demektir. “Her şey ben yaşarken oldu…” Böyle diyordu İsmet Özel, biz yaşarken oluyor her şey, her dem yeniden yaratılıyor hayat ve biz yaşarken görüyoruz her şeyi. Ne yaparsak yapalım zaman avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor. Kopuyor tufan; boğulanlardan mıyız, gemiye sığınanlardan mı? Atılıyoruz kuyuya; kuyudan çıkabilenlerden miyiz, kuyuya mahkûm olanlardan mı? Gömleğimizin yırtığı önden mi, arkadan mı? Kabil miyiz, Habil mi? Zamanın hüsrana uğrattıklarından mıyız, zamana anlam katanlardan mıyız? Ben yaşarken oldu her şey, hayat denilen öğretmen her an yeniden bir şeyler öğretmeye devam ediyor… Pişmanlıklar, mutluluklar, sevinçler, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar; geçiyor zaman tüketiyoruz, tükeniyoruz. Dün ile yarın arasındaki kavgayı yaşıyoruz. “Zaman ne olur dur biraz.” Durmuyor zaman, geçiyor kayıyor avuçlarımızdan, zaman hüsrana uğratıyor bizi. Kurtuluş mu? Zaman bize sesleniyor yüceler yücesinden; zamana yemin olsun ki insan hüsrandadır. Kitaba dokunuyor zaman, sonra Kitap değiyor zamana. ‘Zamana andolsun ki’, diyor.  Akıp giden, döndürülmesi mümkün olmayan, olamayan zamana andolsun ki; insan zarardadır, ziyandadır, hüsrandadır. Geceye andolsun ki, gündüze andolsun ki, kuşluk vaktine andolsun ki… Andolsun zamanın her anına. Zamanın ve mekânın sahibi, zamana yemin ediyor.  “Andolsun zamana ki, insan gerçekten hüsrandadır, zarardadır, ziyandadır…” Her şey bir zaman içinde oluyor. Biz zaman içinde ‘ol’uyoruz veya ölüyoruz. ‘Ol’durmak ve öldürmek arasında yaşanıyor zaman. ‘Ol’durduğumuz oranda ölmekten uzaklaşıyoruz, öldürmekten uzaklaştırıyoruz zamanı. Tüketiyorsak zamanı, hüsrana uğratıyorsak, zamanı öldürülen bir hale getiriyorsak, zamanı öldürüyorsak, zamanla hüsrana uğruyoruzdur, zamanla ölüyoruzdur… Geldik... Gidiyoruz... Yalnız geldik bu dünyaya yalnız gideceğiz… Haddi aşmaya gelmedik sınırlarımız öğrenmeye geldik. Sahiplenmeye gelmedik bu dünyaya, misafir olduğumuzu bilmeye, zamanı gelince emaneti teslim etmeye geldik. Oyun ve eğlence olsun diye gelmedik bu dünyaya; tamam ol’maya geldik, tamamlanmaya geldik. Aramaya geldik, özümüzü, özlediğimizi, yitirdiğimiz cenneti aramaya geldik. Uzaklaştık, uzaklaştığımız cennete yakın olmaya geldik. Kalabalıklar içinde kaybolmamak için Gayb ile olmaya geldik; sükün/et için, iyi olmaya, güzel eylemeye, doğru kalmaya geldik. Biz bu dünyaya hakikati aramaya, Hakk ile olmaya geldik. Bugün doğum günüm ve ben yeniden ve yineden zamana dair sayıklamaların içindeyim. Tüm yaşanmışlıklarıyla ömrümden bir yıl daha geride kalıyor. Allah, her birimize yaşadığımız hayatın sonunda hüsranda olmayanlardan olarak, bize hayatı bahşeden, Hayy olan O'na, en güzel hikâye ile kavuşmayı nasip etsin...
GELDİK… GİDİYORUZ…
Reklam Alanı

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.