“ÂH” İLE “HÛ” ARASINDA

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Şimdi, Batı adamınındır bunalım, diyorum. 

Doğu adamının, gerçek mümin ve muvahhit kişinin bunalımı olmaz, diyorum.”

(Fethi GEMUHLUOĞLU; Dostluk Üzerine) 

Cennetten yeryüzüne inen Hazreti Âdem neden ağlıyordu, ya da, niçin ağlar ana ‘rahm’inden dünyaya gelen insan? İnsan dünyaya olan yabancılığına nasıl derman bulacak? Dünyada gariptir insan. Gurbette garip olan insan; “kaybolmuşluk” duygusundan kurtulabilmek için Allah’ı bulmalıdır, Allah’a varmalıdır…  “Hû”ya ulaşabilmelidir. Dünyanın “ah”ından bizi kurtarabilecek tek unsur “hû”ya ulaşabilmektir. Allah’a tutunabilmektir. Sahi dünyanın sıkıntıları bizi, çaresizlerin çaresine, kimsesizlerin kimsesine yaklaştırıyor mu yoksa uzaklaştırıyor mu? 

İnsan sıkıntılar, acılar, kaybolmuşluklar, huzursuzluklar karşısındaki tavrı kadardır. Peki, dünyanın karşımıza çıkarmış olduğu sıkıntılar karşısında tavrımız ne olacak, içinden geçmiş olduğumuz hayatın bize sundukları karşısında nasıl bir tavır ortaya koyacağız? Sanırım mesele birazda hüzne karşı ortaya koyduğumuz yaklaşım biçimimizde. 

Feridüddin Attar’ın; “Kuşların Dili- Mantık Al Tayr” da geçen o nefis hikâyesini hatırlayalım: “Güzel huylu bir padişah bir gün kölelerinden birisine bir meyve verdi. Köle meyveyi öyle güzel, öyle iştahla yemeye başladı ki sanki daha önce hiç öyle bir şey yememişti.! Kölenin ağzını şapırdatarak yemesine padişah da imrendi, yemek istedi. Dedi ki: ''Bir parçacık da bana ver, pek iştahlı yiyorsun, imrendim doğrusu!'' Köle padişaha da o meyveden bir parça sundu. Ama padişahın meyveyi ısırmasıyla kaşlarını çatması bir oldu: Meyve öyle acıydı ki! Dedi ki: '' Ey köle, bu işi başka kim yapar? Böyle acı bir meyveyi böyle iştahlı bir şekilde kim yer?'' ''Şimdiye kadar elinden yüzlerce armağan aldım, yedim padişahım'' dedi köle. Hepsi de birbirinden lezzetliydi. Bir kerecik de elinden böyle acı meyve geldi diye hemen elimi eteğimi çekip suratımı buruşturamam ki! Hep senin nimetlerinle beslenip sana teşekkür eden bana senin elinden gelen bir nimet nasıl olur da acı gelir?''

Hayat birazda hüzündür, hayat belki de büsbütün hüzündür. Onun için melali anlamalıydık. Elde var hüzünle başlamış olduğumuz hayat bizim için, ya yeniden Rahim olana, Hû'ya yolculuğa dönüşecektir, ya da büsbütün O’ndan uzaklaşarak tümden buhran içinde, âh ile kalacaktık. Hüzün mutmain olan kalbe ulaşmalıydı. “Mut”lu olmalıydı insan. Yaşadığı hüzünle mutlu olmayı başarabilmeliydi. Hüznünü bunalımdan uzaklaştırmalıydı. Ancak o zaman hüzünle başladığımız hayatın sonunda cennet ile mutlu olacaktık. ‘Bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun’." diyebilenlerden olacaktık. Değilse bizi cennete götürmeyen hüzün bunalıma dönüşecek ve cinnete ulaştıracaktı. Evet, elde bir hüzün kalacak, elde var hüzün olacak ve biz hüznü anladığımız kadar olacağız. Hüznü anlamlandırdığımız kadar mutlu olacağız.

Sözü yazımıza ilham olan “Mimoza Sürgünü” kitabının yazarı Nazan Bekiroğlu’ndan uzun bir alıntıyla sonlandıralım. “Söylenecek söz bittiğinde başlar âh. Yeryüzü kelimeleri acıyı ifadeye yeltenip de yersiz ve yetersiz kaldığında. Hesaplar artık bu dünyanın terazilerine sığmayıp da bambaşka bir zamana ve mekâna havale edildiğinde. Mum tahtaya, can boğaza, bıçak kemiğe dayandığında. Bu yüzden âh'ın hâli var kelâmı yoktur, makamı var nakli yoktur… Bir nefeste âh, Hû'ya dönüşür. Âh'tan Hû'ya geçilir… Büyük âh yangınlarının sonunda bu yüzden daima Hû vardır. Eğer âh, Hû'ya bağlanırsa âşık bu defa düştüğü yerden kalkar. Bittiği yerden başlar. Öldüğü yerden doğar. Dönüp geri bakmaz bile artık. Baksa bile gördüğü, bıraktığı değildir. Çünkü kendisi de o eski o değildir. Bu öyle bir 40. kapıdır ki onun ardında bir Hû nefesi bütün âh'lara bedeldir… Âh'tan Hû'ya geçemeyen âşıklara gelince. Onlar arafta dolaşan ruhlar gibi âh'tan geçmiş ama Hû'ya da varamamışlardır. Onlardan geriye bir kuru âh kalmıştır. Bir de bir teselli: Bu da geçer ya Hû!”

“ÂH” İLE “HÛ” ARASINDA

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.