ONTOLOJİK RAHATSIZLIK

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kişi, varolmaktan vazgeçtiğinde, dünyadaki ontolojik varlığı ortadan kalkar..." 
(Vefa Taşdelen; Kaygıdan Umuda Varoluşun Renkleri)

“İnsan, yek katre-i hunest ve hezar endişe" İnsanın en kadim sorusu olan insan nedir sorusuna cevap veriyordu, Şeyh Sadi-i Şirazi; insan bir damla kan, bin endişedir. Endişe esasen en insani yanıdır insanın. Peki, ne yapacak insan, endişe karşısında tavrı ne olacak? Endişe olmadan bir hayat süremeyecek mi ya da soruyu şöyle mi sormalı; endişe hayatı yaşanılmaz kılan bir şey mi?  Hadi bir soru daha soralım o zaman; insanın, en olmaz yanı olan endişeyi hayatı yaşanılır kılmak için değerli bir hale getirebilmesi mümkün değil mi? Her soru biraz da derdimizdir, mesele ettiğimizdir madem öyleyse sorular ve sorulara vereceğimiz cevaplar hayati öneme haizdir.  
Sorular ve sorulara vereceğimiz cevaplar bizi her bir insan teki olarak ontolojik rahatlığa ya da ontolojik rahatsızlığa ulaştıracak. Varoluşun rahatlığı ya da varoluşun rahatsızlığı, her birimizin yaşamın içinde kendi yapıp etmelerimizle varacağımız bir sonuç. Nasıl yaşıyoruz sorusunun cevabı bu bağlamda yaşamı nasıl anlıyor isek öyle yaşıyoruz ulaştıracaktır.  Varlığı ve varlığını an/lamlandıramayan, ‘yok’/luğa mahkûm olacaktır… İnsanın anlam arayışı; yaralarının, dertlerinin, acılarının ve dahi dünyadaki tüm meselelerinin farkında olarak ontolojik rahatsızlığına merhem arayışına dönüşecektir. Çünkü insan bilecektir ki; ontolojik rahatlığa dönüştüremediği her an canını sıkarak ontolojik rahatsızlığa bürünecektir.  

Ontolojik rahatsızlık yaşamı anlamlandırma yolunda kaygı ve endişe yönüyle kıymetli iken, bu durumun sürekli hale gelerek ontolojik rahatlığa ulaşamaması, insan için marazi bir duruma yol açacak denli dikkatle üzerinde durulması gereken bir husus. Ontolojik bilinç, insanın varoluşuna anlam katan yönüyle rahatsızlığa değil rahatlığa ya da varoluşun huzuruna ulaştıracak bir yöne çevrilmeli. Zira insan, varlığa anlam katarak varoluşun insana yüklediği ağırlıktan kurtulabiliyor ancak. İşte o zaman ontolojik rahatsızlıktan kurtularak, zamanı ve mekânı ve her anı anlamlandırmış olmanın huzuru ile mutlu ve mutmain olabiliyor insan. İşte o zaman ontolojik rahatlığa ulaşmanın hafifliği, Tanpınar’ın o meşhur mısralarındaki “Rüzgârda uçan tüy bile, Benim kadar hafif değil” dedirtecek kadar hafifletecektir insanın. Ontolojik sorgulama bir yanıyla; “Başım sükûtu öğüten/ Uçsuz bucaksız değirmen” olsa da “İçim muradına ermiş, Abasız, postsuz bir derviş”e dönüşecektir.

Varoluş kendi içinde aynı zamanda var olamayışı da içerdiğinden; varlığı an/lamlandırarak insan olarak sonsuzluğa dair tutkumuza tutunabilmemiz, bu dünyada bizi tutunamayanlardan olmaktan kurtaracaktır. Ya da daha doğru bir ifade ile tutunamayışımızın endişesi bizi tutunabilmeye şevk edecektir. Ne diyoruz; varlık, var olmak, var oluş ve de mevcudiyetimiz kendi içinde bir anlamla vecdi yaşatmak durumunda bize. Çünkü insan var oluşun dolayısıyla anlamın aksi durumu olan anlamsızlıkta; her dem yokluğun, var ol/a/mayışın, varlıksızlığın, yok oluşun, var ölüşün tehdidi altında hep bir kaygı ve korkuyu yaşayacaktır. An’da var oluş ile anlamlandırılmış bir hayat bizi sonluluktan, sonsuzluğa ulaştıracak ve dünyanın zindanlarından kurtaracaktır.    

“Kaygı, mademki böyledir, mademki varoluşun doğasıdır, mademki insanın hamurunda vardır, mademki insan olmanın bir gereğidir, o zaman şunu söyleyebiliriz: Kaygı için kaygılanma! ...Kendi varoluşunda kaygıyı bulgulayan birey, umuda eriştiğinde, kaygısının kendisi için bir derman olduğunu da anlar; tıpkı Yûnus'un, ‘Derman oldu bu dert bana' mısraında olduğu gibi." Vefa Taşdelen; “Kaygıdan Umuda Varoluşun Renkleri”ni ortaya koyarken bize ontolojik rahatsızlıktan kurtulmanın yolunu da öneriyordu:  “Anda yapıp etmelerimizle sürekli var olmayı seçiyorsak, hiçlikten kaçıyor ve varoluşa geliyoruz demektir. Yaşamayı seçmek, varoluşu olasılıklar ve olanaklar arasından çekip çıkarmak, şimdi ve burada inşa etmek demektir; varoluşu yok olmaktan alıkoymak demektir. Varoluş, hep bir yerlerde durmaktadır. Kendisine elimizi uzattığımızda bizim olur. Bu nedenle geleceğe doğru taşırız kendimizi... Şu halde ölümcül hastalık, bedenin değil, benin ve ruhun bir hastalığıdır. Bu hastalıkla kişi sonsuzluğa olan inancını kaybeder. Böylece benliğindeki sonsuzluk öğesi etkinliğini yitirir, sonlu içinde sınırlanır. Benliğinde sonsuzluk öğesini barındırmayan, sonlu ve sonsuzun sentezini başarılı bir şekilde kurarak "an'da varoluşa gelmeyen kişi umutsuz, bedensel olarak olmasa bile ruh ve benlik olarak "hasta" bir kişidir... İnsanın absürtten kurtuluşu, adım adım anlamın aydınlık dünyasına doğru yaklaşması, kendi içinde, kendi gönlünde gerçekleşir..."  

Ne diyoruz; konumuzu da konumumuzu da var oluş üzerinden ontolojik bir zemine oturtmak bizi ontolojik rahatsızlıktan uzaklaştıracaktır.  Yaşadığımız her anın farkına vararak, var olmak. Varlıktan var oluşa ontolojik bir yolculuğa geçebilmek için hayatı anlamlandırabilmek... Hayatın her anında, “ol/an”ı, an/lamlandırmak için yolda olmak, varlığımızı; huzura, hazır hale getirerek, huzurlu bir noktaya vardırarak ontolojik rahatsızlıktan kurtulacak ve nihayet an’a can katarak,  ontolojik bir rahatlığı yaşıyor olacağız.

ONTOLOJİK RAHATSIZLIK

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.