"Her şey bir zaman içinde oluyor.
Biz zaman içinde oluyoruz veya ölüyoruz.
‘Ol’durmak ve öldürmek arasındadır zaman.
Sahi zamanı olduruyor muyuz, öldürüyor muyuz?
Tüketiyorsak, zamanı, zamanı öldürülen bir hale getiriyorsak,
zamanı öldürüyorsak, zamanla ölüyoruzdur.
Öldüğümüz zamanda, ‘ol’mamızın imkânını bize sunacak olan,
zamanı öldürmekten kurtarıp oldurmakta..."
(Sözü Yola Koymak)
"Nedir zaman, nedir?/Bir su mu, kuş mu?/Nedir zaman, nedir?/İniş mi yokuş mu?” Zamanı sorguluyordu, Çile Şairi. Bir tek o mu? Nurettin Topçu, bütün hayatının özeti olan “Hareket” felsefesi derken sahih bir zaman bilincinin peşindeydi. “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/ Yekpâre geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında...” Tanpınar zamanın peşinde idi, daha doğrusu kaybolan zamanın, kaybettiğimiz anın peşinde olduğu için Saatleri Ayaralama Enstitisü demiş idi. "Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır! İyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez. Hâlbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz... Çıldırtıcı bir kayıp... Çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimiz olan zamandan kayıp..." Bitti mi, bitmedi. “Çünkü zaman yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.” Böyle diyordu; Michael Ende; zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren çocuk “Momo”nun tuhaf öyküsünde…
Sahi nedir zaman? İçinden geçtiğimiz mi, kovaladığımız mı, ardında kaldığımız mı, altında ezildiğimiz mi? Geçiyor ömür denen sermaye, tüketiyoruz... Zaman bir çizgi, geçmişle gelecek arasında, bu gün, bu an, bu dem. Bütün mesele zamanın hakkını vermede, zaman üzerine, zamanımız üzerine düşünmede. Zamana zaman ayırmada, hem de şimdi şu demde. Zira durmuyor zaman kayıyor avuçlarımızın arasından. Dem bu demdir madem, bu demde olmalı insan, oldurmalı zamanı...
Zamanın yokluğundan şikâyet ediyoruz, gerçekte öylemi, yok mu zaman, yoksa, yok ettiğimiz mi? Aslında zamanı öldürdüğümüzü, ruhumuzu, yüreğimizi yok ettiğimizin farkına varamıyoruz. Öldürdüğü zamanın ve anın kendisini getirdiği noktaya mahkûm oluyor modern insan: “C/an sıkıntısı.” Çünkü anını yitiriyor, anımızı yitiriyoruz. İnsanın can sıkıntısını yaşamasının altında yatan en önemli sebep; an/lam eksikliği. Evet, modern insan “an”ını anlamlandıramadığı için, anlam yetmezliğinden sürekli bir c/an sıkıntısı yaşıyor. Hayatımızın anlamı en küçük zaman dilimi olan “an”dan itibaren zamanı, ne ile doldurduğumuz, nasıl yaşadığımız, ne kadar değerli kılabildiğimiz ile ilgili. Zira değerli kılamadığımız, değerle buluşturamadığımız “an’ın bizi götüreceği yer c/an sıkıntısı olacaktır.
Sahih bir zaman tasavvuruna ihtiyacımız var. Bunun içinde zamanın 24 saat olduğu değil her bir anın her anın kendi içinde bir “anı mutlak” olarak esasen çok şey yapmamıza sebep olabileceği bir vakit anlayışına; “ibnul vakt” olabilecek, vakti bereketli kılabilecek bir tasavvura ihtiyacımız var. Tam burada, Hüseyin Akın’ın “Tasavvuf Tedbirleri” kitabından, bu konuda söylediklerine kulak verelim. "Bir günün 24 saat olduğunu ancak saat tutanlar iddia edebilirler. Kendini hayatı dolu dolu yaşamak boyutunda elindeki işine verenler bir haftayı bir günde yaşayabilir. Bugünün işini yarına bırakmak şöyle dursun, yarının işini bile bugünden görmeyi başarabilirler..."
Her şey “an”da bitiyor. Yok, yok ne münasebet; her şey “an”da başlıyor, “an”a dönüşüyor, “an”a varıyor… “An” bilinci olmayanın, zamana dair, vakte dair yaklaşımı eksik kalacaktır. Anını anlamayanın, en küçük zaman birimi olan andan başlayarak hayatını anlamlandıramayanın zaman bilinci olamayacaktır. İnsan andan başlayarak, kendinden başlayarak, mekâna, zamana dair anlamlandırma çabasıyla yaşamın içinde olacaktır ya da ölecektir. Yaşama can katacak olan bizim “an”a olan yaklaşımımız olacaktır. Sahi ol/an ne? Buyurun o zaman andan yine “an”a bağlayarak bitirelim…
An diyorum azizim, "An"...
Ol/an her şey, ol anda ol/uyor...
Zam/an ve mek/an ve ins/an
Her an, ol anda c/an buluyor...
Ve insan An'ı yaşayarak O'na ulaşıyor…
Reklam Alanı
Diğer Yazıları
- DERDİ DÜNYA OLANIN… 29 May 2025, 09:39
- DOST OL/MAK… 22 May 2025, 09:53
- BANA BİR MASAL ANLAT/MA! 15 May 2025, 09:15
- TEKNO-İNSAN YA DA “AYGITLAŞAN İNSAN” 08 May 2025, 10:40
- EY YOLCU! 01 May 2025, 09:38
- ÖZ/ENSİZLİK ÖZ/NESİZLİKTİR 24 Nis 2025, 09:36
- “UFKÎ ŞEHİR” MÜMKÜN MÜ? 17 Nis 2025, 10:05
- DÜŞ’KÜN “BEŞER”, AŞ’KIN “İNSAN” 10 Nis 2025, 09:30
- RAMAZAN BİTERKEN 27 Mar 2025, 10:13
- GAZZE, ORUCUN NEYİ OLUR? 20 Mar 2025, 09:33
- RAMAZAN MEDENİYETİ İLE “OL”MAK 13 Mar 2025, 10:03
- RAMAZAN REHBERİ; SAMANYOLUNDA ZİYAFET 06 Mar 2025, 09:20
- VARLIK YOKSUNLUĞU; CAN SIKINTISI 28 Şub 2025, 09:19
- GAYRETİN VAR MI Kİ HİMMET BEKLERSİN? 20 Şub 2025, 11:22
- GERÇEĞİ BIRAK, HAYALLERE BAK! 13 Şub 2025, 09:24
- VAROLUŞ YA DA VARÖLÜŞ 06 Şub 2025, 09:20
- “HAYRET”LE TEMAŞA ETMEK 30 Oca 2025, 11:24
- YANLIŞ İNSANLA, DOĞRUYA VARILMAZ 23 Oca 2025, 11:23
- DÜNYAYA ALDANMAK, DÜNYA İLE ALDATMAK 16 Oca 2025, 09:33
- YANLIŞ KULAKLARA SESLENME! 09 Oca 2025, 09:36
Popüler Haberler
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum