Anlatacağım ibretli olayı rahmetli babamdan birkaç kez dinlemiştim:
Nusaybin ilçesine yakın Suriye tarafındaki Dibek köyünde oturan takva ehli bir zat vardı. Adı Osman’dı. Uzaktan akrabamızdı, Suriye hududu belirlenince yöredeki birçok aile gibi o da Suriye tarafında kalmıştı. Dindar, dürüst ve haramdan sakınmada çok hassas olduğu için halk arasında “Şeyh Osman” olarak tanınmıştı.
Şeyh Osman çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşırdı. Buğday, arpa gibi tahıl ekerek geçimini sağlıyordu. Koyun ve keçiden oluşan sürüsünün önemli kısmını bir Tuhuplu’nun ortaklığına vermişti.
Bir yıl buğday ektiği arazisinde çok ürün elde etti. Çoluk çocuğuyla buğdayları biçerek harmana taşıdılar. Cercere ile taneyle sanmanı ayrıştırdıktan sonra buğday yığınından hayvanlara yükleyerek evdeki ambara taşıyorlardı.
Namaz vakti gelince Şeyh Osman namaza gitti, çocuklar buğday taşımaya devam ettiler. Ancak namaz dönüşünde gördükleri karşısında büyük şaşkınlık yaşadı. Buğdaylar yüklenip taşınırken sağa sola dökülmüş, harman yerinde ve çevresinde dökülen buğdaylar ayakaltında kalmış.. Çocukların dökülen buğdaylara aldırış etmeksizin gelişigüzel basıp geçtiklerini görünce Şeyh Osman öfkelendi ve ne yapacağını şaşırdı. Sinirinden titriyordu. Ona göre bu, bolluğun verdiği büyük bir şımarıklıktı. Nimete yapılan bu saygısızlık, onu veren Allah’a saygısızlıktı. Yerden bir avuç buğday alıp “Ve üfavvidu emrî ila’llah” diyerek gökyüzüne doğru fırlattı ve “Madem böyle, siz de şikâyete gidin!” dedi.
Şeyh Osman’ın buğdayı fırlatırken okuduğu bu dua, Mü’min suresinin 44. Ayetinden alınmış “Ben işimi Allah’a havale ediyorum” anlamında bir cümledir. Ayetin tamamının meali şöyledir: “Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kulları hakkıyla görendir.”
Şeyh Osman’ın bu olayına ve çıkışmasına yakınında çalışan komşuları da şahit olmuş. Olayı görenlerden bazısı, gökyüzüne doğru fırlatılan buğdayların gözden kaybolduğunu ve yere düşmediklerini söylemişlerdir.
Ertesi yıl kuraklık baş göstermiş ve insanları perişan eden kıtlık yılları başlamış. Bu olayı bilenler, kıtlığın buğdayın şikâyeti sonucunda olduğunu düşünmüşlerdir.
Elbette, “Bu bireysel olay nasıl olur da bütün bir memleketin kuraklık ve sonucunda kıtlık yaşamasına sebep olur? diye sorulabilir. Şunu unutmamak lazım ki, bazı bireysel görülen olaylar aslında yaygınlaşmış tüm toplumu kaplayan suç ve kusurların simgesi durumundadır, bardağı taşıran son damla olur. Nimete saygısızlık, şımarıklık ve umursamazlık Şeyh Osman’ın ailesine kadar uzanmışsa, bu demektir ki bu suçlar, tüm toplumu kaplamıştır. En hassas ve takva bir zatın ailesinde olmaması gereken durum gerçekleşirse, olay bireysel olmaktan çıkar, bütün toplumdaki suçluluğun simgesi olur. Ayrıca bazı küçük ve bireysel görünen hatalar, umumun sessiz ve tepkisiz kalmasıyla genelleşir ve tüm toplum o hataya ortak olur. Bu da genel bir musibete davetiye çıkarır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Öyle bir felaketten sakının ki sadece sizdeki zalimlere isabet etmekle kalmaz. Biliniz ki Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal, 25.)
Herkes kıtlık musibetine buğdayın şikâyetinin yol açtığına o kadar inandı ki, Şeyh Osman’dan korkmaya başladılar. İnsanları çarpabileceğine inandılar.
Şeyh Osman’ın, Süleyman adındaki Tuhup’lunun yanında bulunan koyunlarından birkaçı bir hastalık nedeniyle ölünce, Süleyman, soluğu Şeyh Osman’ın yanında almış, koyunlarının öldüğünü haber vermiş sonra da, “Şeyhim, durum budur. İstersen şimdi buradayken beni çarp, istersen ben köyüme döndükten sonra beni çarp; artık sen bilirsin!” demişti.
Bugün fısk ve fücur, şükürsüzlük, Allah’a karşı nankörlük, farzları terk, haramlara balıklama atlamak, faiz gibi büyük günahlar, Müslümanlar arasında alabildiğine yaygınlaştı. Suçlarımıza Gazellileri İsrail’in pençelerine terk etmek ve soykırıma duyarsız kalmak da eklendi. Bunların karşılığının ilahi tokatlar olacağı kesindir. Kim bilir başımıza ne musibetler gelecek.. Kuraklık, aşırı kavurucu sıcaklar, her tarafta derelerin, göllerin ve diğer su kaynaklarının kuruması ilahî gazabın işaretleri olabilir. Ümmetçe aklımızı başımıza almalı, tövbe etmeli ve Allah’a dönmeliyiz.