Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Medeniyet, şehirleri, ülkeleri imar etmek ve bütün insanları, ruh, düşünce ve beden bakımından rahat yaşatmaktır. Bu iki gayeye ulaşmak, ancak Allahü Teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymakla olur. İslamiyet’ten ayrıldıkça medeniyet geriler.
Bir toplumun, medenî ve başarılı olması, Farz-ı Aynı ve Farz-ı Kifâyeyi yerine getirmekle mümkün olur.
Farz-ı Ayn üç şeydir. 1- İman, 2- İbadet, 3- Güzel ahlâk.
İbadet de, beşe ayrılır: 1-Namaz, 2-Oruç, 3-Zekât, 4-Hac ve 5-Cihad.
Dolayısıyla, Allahü Teâlâ’nın dinini ilim yoluyla öğrenmeyen ve öğretmeyen, ibadetin bir rüknünü yerine getirmemiş, Cihadı ihmal etmiş olur. Bunun günümüzdeki yolu ise, doğru din kitaplarını yaymaktır.
Farz-ı Kifâye ise, o asırdaki en üstün seviyedeki teknolojiyi ele geçirmektir. Bir şahıs veya bir cemiyet, çok inançlı, çok mübarek olsa bile, o asrın teknolojisini yakalayamamışsa, bir gün yıkılmaya mahkûmdur. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, Farz-ı Aynı yerine getirdiği hâlde, son zamanlarında, Masonların ve İngilizlerin hileleriyle, teknolojide geri kaldığı için, yani Farz-ı Kifâye’yi ifa etmediği için çökmüştür. İmam-ı Gazâlî hazretleri, “Bir yerde soba keşfedilse, başka bir beldede de soba olmadığı için, soğuktan biri ölse, o beldenin yöneticileri, o sobayı, o beldeye getirmedikleri için vebal altındadır, günahkârdır” buyuruyor.
O hâlde, bir milletin güçlenmesi ve büyümesi için, hem inançlı olması, hem de o asrın teknolojisinin en iyisini yapması lazımdır. Eğer Farz-ı Aynı yerine getirmezse, yani doğru imanı olmazsa, Allah’tan korkmazsa, canavar olur. İnsanlara zulmeder, onları öldürür. Her türlü ahlâksızlığı yapar. Dinsiz bir cemiyet felakettir. Eğer Farz-ı Kifâye’yi yerine getirmezse, yıkılıp gider. Onun için, ruh ile beden gibi, Farz-ı Aynın ve Farz-ı Kifâye’nin ikisi de elzemdir. İnanç ve teknolojiyi, iki ayak, iki el, iki göz gibi dengede tutmalıdır. Bir tarafa ağır basan, diğer tarafı ihmal eden, yanılır. Dolayısıyla ferdin, ailenin, toplumun ve devletin refah içinde yaşaması için, hem inançlı olması, hem de çalışkan olması, yani son teknolojiye sahip olması lazımdır. Bu, dinimizin emridir. Medenî insan, inançlı ve çalışkan olandır.
Allahü teâlânın mümine verdiği hediyeler
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Hastalık, fakirlik, iftiraya uğramak gibi dert ve belalar, Kemend-i Mahbub’dur. Yani Allahü Teâlâ’nın, sevdiklerinin boynuna, kendisini unutmasın, dinin dışına çıkmasın, Cehenneme gitmesin diye attığı Kemenddir ve Rahmet-i İlahîdir. Böyle bir kimse, şeytana, nefsine veya kötü arkadaşa aldanarak dinin dışına çıkmak üzereyken, Kemend daralıp boynunu sıkar, boğulacak gibi olur ve geriye döner. Yani kendisini helak edecek bir şey yapamaz.
Dert ve bela, günahların çokluğuna değil, çok affedildiğine alamettir. Hepimiz zaten çok günahkârız. Hattâ Allahü Teâlâ’yı unutarak aldığımız verdiğimiz her nefes günahtır. O hâlde, Cenab-ı Hakk'ın dert ve bela verdiği kullar, affetmek istedikleridir. Günahlarını dökmek, sabrını ölçmek istedikleridir.
Sebepler neticeye göre değerlendirilir. Dert ve bela, affolunmaya sebeptir, iyidir, ama istemek doğru değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz, “Allah’tan dert ve bela istemeyin. Verirse de şikâyet etmeyin” buyurmuştur. “Yâ Rabbî, bana dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver, beni Cehennem azabından koru” ve “Yâ Rabbî, senden sıhhat, afiyet ve kaderine rıza istiyorum” diye de dua etmiştir. Biz de böyle dua etmeliyiz.
Şikayet etmemeli
Hastalıklar, Allahü Teâlâ’nın mümin kuluna hediyesidir. Hediye sevilene verilir ve hediye veren de sevilir. Büyüklerimiz, dert ve beladan aldıkları zevki sıhhatten, rahatlıktan alamamışlardır. Onun için sabretmeli ve şikâyet etmemelidir. Hasta olan kişi, sabrettiği takdirde sevab kazanır. Ecir, sabreden içindir. Mesela bir kimse bize bir hediye verse, biz de teşekkür etmek yerine “Şöyle yaptın, böyle yaptın” diye olmadık laflar söylesek, sonra da “Ben o kimseyi çok seviyorum” desek, kim inanır? Onun için, hâlinden şikâyet etmek hiç iyi değildir. Bilakis, “Demek ki Rabbim beni sevdi, beni affetmek istedi ki bana bu hastalığı verdi” diyerek, verilen dert ve belanın bir hediye olduğunu bilip sevinmeli ve kıymetini anlamalıdır. Bu hâl üzere olmanın alâmeti de sabırdır, hâlinden şikâyet etmemektir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)