Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
“Ben dindar laik, dindar sosyalist, dindar demokrat ve dindar cumhuriyetçi biriyim” diyenler oluyor.
Beşeri sistemlerin, ideolojilerin başına dindar kelimesini koymakla o sistemler dine uygun hâle gelmez. Dindar Liberalist, Dindar Kapitalist, Dindar Sosyalist, Dindar Ateist, Dindar Komünist, Dindar Evrimci, Dindar Faşist, Dindar Diktacı demek çok yanlıştır. Bu, temiz necaset, temiz idrar, temiz kan, temiz alkol demeye benzer. Başına temiz kelimesi konmakla, pislik temiz olmaz.
Bir şeyin başka bir şeye benzer yönlerinin bulunması onun aynısı olması demek değildir. Altın bakıra benzer, fakat tamamen farklıdır. Ali ikiz kardeşi Veli’ye çok benzese de, ikisi ayrıdır.
Hıristiyanlar, Ateistler ve Müslümanlar, insan olarak birbirlerine çok benzeseler de, ayırt edilmesi zor olsa da, inanç yönüyle çok farklıdır. Elma, söğüt ve ceviz ağaçları, ağaç olarak birbirine benzerler. Biri meyvesizdir, ötekilerin de meyveleri farklıdır. Turunç, portakal, limon da birbirine benzer. Bunların biri ekşi, biri tatlıdır. Yani aynı değildir.
Rejimler, sistemler de birbirine benzer, ama birebir aynısı olmaz. Hattâ Cumhuriyet rejimleri bile birbirinden farklıdır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, diğer cumhuriyetlerden farklıdır. Başına İslam konsa da, Pakistan İslam Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti aynı değildir. Hiçbiri Hilafet rejimi değildir. İslam Cumhuriyeti demekle, İslamiyet’e uygun hâle gelmez.
Cumhuriyet rejiminin bile farklı uygulamaları, farklı çeşitleri var. O hâlde, “Ben Demokratım”, “Ben Cumhuriyetçiyim” diyenin, hangisinden olduğunu açıklaması gerekir. Sosyal Demokrat mı, Laik Demokrat mı? Sosyalist Cumhuriyet mi, Laik Cumhuriyet mi? Hangi cumhuriyet olursa olsun, adına İslam Cumhuriyeti dense de, Hilafetten farklı olur. Yani ben Dindar Demokratım, Dindar Cumhuriyetçiyim diyenin Hilafet nizamından farklı bir sistemin adamı olduğu anlaşılır.
Bu hususta İskilipli Atıf Hoca diyor ki:
İdareler dörttür: Dikta, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Hilafet. Hilafette, halkın oylarıyla [yahut Hazreti Ebu Bekir’in yaptığı gibi tayinle veya Hazreti Ömer'in yaptığı gibi Şura ile] muayyen vasıfları bulunan kişi, Devlet Başkanı olarak seçilir. Kendisi vazgeçmedikçe veya ölmedikçe veya azlini gerektirecek bir sebep bulunmadıkça Halifenin başkanlığı devam eder. [Oğlunu Halife bırakmasını istediklerinde Hazreti Ömer, “Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam” buyurmuştur.] Hilafette, bi’atın olması yani oyla seçilmesi cumhuriyete benzer. Tayin ve azil yönünden meşrutiyete; yetki yönünden diktaya benzer. Başkan, belli bir müddet için seçilmediğinden, Cumhuriyetten bu bakımdan da farklıdır. Kısacası İslâmiyet, her üç sistemden de farklıdır. (Medeniyet-i Şeriyye)
Atıf Hoca’nın dediği gibi Hilafet, beşeri sistemlerin hepsinden farklıdır. Dindar Laik ve Dindar Cumhuriyetçi olan bir kimse, Hilafetçi olamaz. Hilafetçi olana da, Dindar Diktacı veya Dindar Cumhuriyetçi denemez. Dindar Diktacı demekle dikta rejimi dine uygundur anlamı çıkmaz. Müslüman’ım demeyip Dindar Demokratım demek de, çeşitli yönlerden yanlıştır.
Sosyal Adalet
Sosyal Adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için Sosyal Adaletin bulunması gerekir.
Sosyal Adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır.
Sosyal Adalet, Sosyal Eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur.
Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.
Sosyal Adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal Adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.
İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)