Pandemi öncesiydi…
Güneş yavaş yavaş ufka çekilirken işten çıkıp bir arkadaşımın ofisine uğramıştım. Gün boyu yorgunluk birikmişti ama arkadaş sohbeti her zaman iyi gelir, insanı dinlendirirdi. Ofiste çaylar taze demlenmişti. Camdan dışarı bakarken akşam trafiğinin uğultusunu dinliyordum.
Derken kapı açıldı ve içeri tanıdık biri girdi. Hemen tanıdım onu; vaktiyle bir ev alma meselesi yüzünden yollarımız kesişmişti. Fakat o buluşma pek de hoş hatırlanacak cinsten değildi. Adam bana güzel bir ev vadetmişti ama ne anlatılanlar ne de taahhüt edilenler gerçekleşmişti. Aldığım ev beklentilerimi yerle bir etmişti; eksiklikler, hatalar ve yerine getirilmeyen sözler yüzünden mağdur olmuştum. Bir süre tartışmış ama hakkımı alamamıştım.
Arkadaşım onu görünce gayet sıcak bir tavırla:
“Buyur, otur!” dedi.
Adam nazik bir tebessümle:
“Akşam Namazı yakın, Cami'ye gidiyorum, cemaatle namaz kılmanın 27 derece daha sevap olduğunu biliyorsunuzdur,” dedi ve ardından bana dönerek:
“Değil mi hocam?” diye sordu.
Bir an duraksadım. O kadar kendinden emin ve rahat görünüyordu ki insan hayret ediyordu. Belli ki geçmişteki mesele onun vicdanında en ufak bir yük oluşturmamıştı. Ben ise bu rahatlığa şaşırarak hafifçe gülümsedim ve cevap verdim:
“Doğrudur,” dedim. “Ama bu sevap, tabiri caizse, bir bonus hükmündedir.”
Adam kaşlarını çatarak biraz şaşkınlıkla:
“Bonus mu?” diye sordu.
Açıklamaya karar verdim:
“Hani belli bir miktarda alışveriş yaparsan bonus veriyorlar ya… İşte bu da öyle. Daha açık anlatayım; Bir gömlek alana bir çorap hediye kampanyası düşün, sen gömleği almadan çorabı istersen dayak bile yersin değil mi?
Anlayacağın yanlış işler yaparsan sevabın fazlasını falan hak getire. Bırak sevabı, hesabın ağırlaşır.”
Adam hâlâ ne demek istediğimi tam anlamamış gibiydi. Daha açık konuştum:
“Bak şöyle düşün: İnsanlar zor şartlarda, bin bir emekle para biriktiriyor. Memur, işçi, amele ya da öksüz, yetim sahibi birileri, ya da herhangi bir vatandaş...Hepsi boğazlarından kesip bir ev sahibi olma hayali kuruyor. Şimdi sen bu insanlara güzel evler vaad edip sonra sözünde durmazsan; onların alın terini hiçe sayıp vadettiğin evi teslim etmezsen, cemaatle namaz kılmak bir yana, 365 gün itikafa girsen, hatta evini Kâbe’nin içine taşısan bile boştur.”
O an adamın yüzündeki renk değişti. Bakışları endişeli bir hal aldı. Sağına soluna bakındı, kelimeler boğazına düğümlenmiş gibiydi. Aceleyle toparlandı ve hiçbir şey söylemeden kapıya yöneldi.
Giderken arkasından, onun duyabileceği bir ses tonuyla:
“Unutma, cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil. Makeme-i Kübra'da (Büyük mahkemede) görüşmek üzere...” dedim.
Bu sözler içimdeki yükün bir kısmını hafifletmişti. Adalet belki bu dünyada tam tecelli etmiyordu ama içim rahattı; çünkü inanıyorum ki, ahirette herkes hesabını mutlaka verecektir...
Afiyette kalın
0 Yorum