Birlikte yemek yemek, Mezopotamya'nın en kadim alışkanlıklarından biridir. Sofranın etrafında toplanmak, aynı kaptan kaşık sallamak, aynı ekmeği bölüşmek sadece karın doyurmak değildir; dostluğun, kardeşliğin, bereketin işaretidir. Hele ki Şanlıurfa gibi köklü geleneklerin yaşatıldığı bir şehirde bu kültür hâlâ dimdik ayakta.
Urfa’nın meşhur yemeklerinden biri olan tepsi kebabı, işte bu paylaşma ruhunun en lezzetli örneklerinden biridir. Ailenin, dostların ya da komşuların bir araya gelip aynı tepsiden lokma alması, yemeği daha da kıymetli kılıyor. Fakat işin bir de öteki yüzü vardır.
Bazı sofralarda, tepsi başındaki lezzet ve keyfi gölgeleyen bir manzara ile karşılaşmak mümkün. Kimi yiyenler, dürüm yaptığı ekmeği her ısırıkta tepsinin dibindeki yağ ve soslu suya bandırıyor. Bunun niyeti belli: Lokmaya daha fazla lezzet katmak. Ama aynı tepsiye tekrar tekrar ağzının değdiği yeri sürmek, diğer sofradakiler için pek de hoş karşılanan bir durum olmuyor. Kimi için bu sadece küçük bir ayrıntı; kimi içinse yemeğin tüm cazibesini söndüren tiksindirici bir hareket.
Geçmişte belki tiksinti oluşturmayan bu ve bunun gibi davranışların günümüzde abes ve kerih bir durum oluşturabileceği unutulmamalıdır. Çünkü zaman değişiyor, algılar değişiyor, toplumun beklentileri de farklılaşıyor. Dün olağan sayılan birçok davranış bugün hijyen ve görgü kuralları çerçevesinde yeniden değerlendirilmek durumunda kalıyor.
Geleneklerin yaşaması kıymetlidir, evet. Ama her gelenek, zamana uyum sağlamalıdır. Bugün hijyen, sağlık ve kişisel alan gibi kavramlar daha çok önemseniyor. Belki de yapılması gereken, tepsi kebabının lezzetini paylaşırken, lokmayı ortak bir yağ göletinde gezdirmeden, herkesin kendi tabağına aktarıp yeme alışkanlığını yerleştirmektir. Çünkü gelenek, insanı mutlu ettiği sürece güzeldir; yoksa başkalarını rahatsız eden bir alışkanlık haline geldiğinde anlamını kaybeder.
Mezopotamya’nın kadim sofra kültürü, hem bereketi hem de inceliğiyle yaşatılmaya değer. Yeter ki lezzeti gölgelemeyelim.
Afiyette kalın