Lisede ikinci sınıftaydım. Tüm derslerimden gayet iyi notlar almıştım; yalnızca İngilizce defterimde utandırıcı bir kırmızı iz düşmüştü. Babamın hiçbir zaman veli toplantılarına gitmeyişini bildiğimden, “nasıl olsa öğrenmez, karnemde düzeltirim” diye düşünerek rahat davranıyordum. Elime tutuşturulan veli toplantısı çağrı kâğıdını da, sanki sıradan bir evrakmış gibi kayıtsızca babama uzattım. O ise altına kısa bir paraf atıp başını kaldırdı ve sakin bir sesle, “Toplantıya geleceğim” dedi.
O an yüreğim burkuldu. Ne kadar dil döktüysem de, “Boş ver baba, önemsiz bir şey,” desem de, kararı kesindi. Asıl korkum, babamın bana kızması yahut azarlaması değildi; zira o, hayatımız boyunca tek bir sert söz söylememişti. Korkum, güvenini boşa çıkarmaktı. Onun gözlerinde en çok kıymet verdiğim şey, duyduğu güvenin parıltısıydı.
Toplantı günü yaklaştıkça içimde bir sıkıntı büyüdü. İştahtan kesildim, geceleri uykularım kaçtı. Yine de babamın unutacağına dair küçük bir umut taşıyordum. Ama yanılmıştım; babam unutmadı. Toplantıya gitti, ben ise evde çırpınan bir kuş gibi bekledim. Kendime sığındığım tek bahane, bütün zayıf öğrencilerin kullandığı o basit yalandı: “Çalıştım ama hoca hakkımı yedi.”
Kapı çaldı. Babam dönmüştü. Kalbim kaburgalarıma sığmıyor, elim ayağım titriyordu. Bana tebessüm ederek baktı. O gülümseme biraz olsun yüreğimi ferahlattı. Akşam boyu okuldan söz açmadı. Sessizlik içimi kemiriyordu. Dayanamayıp ben sordum:
“Toplantıda ne konuştular baba?”
Babam yine geçiştirdi. Ertesi gün, misafir odasında ders çalışırken yanıma geldi. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra, sözü yavaşça açtı:
“Oğlum, İngilizce öğretmenin senden şikâyetçiydi. Daha fazla çalışman gerektiğini söyledi.”
O an ağzımdan düşünmeden döküldü:
“Hoca hakkımı yedi!”
Babam, sanki bu cevabı bekliyormuş gibi, sessiz bir tebessümle bana baktı. Gözlerindeki feraset, ruhuma işleyen bir ders gibiydi. Utandım, yüzüm kızardı. Sonra bana uzun uzun anlattı: Çalışan insanın hakkının asla yenmeyeceğini, gayret göstermeden suçu başkasına atmanın ise aslında başkasının hakkına girmek olduğunu… Ve ardından kendi gençliğinden bir hatırayı paylaştı.Şöyle anlatmıştı babam:
“İstanbul üniversitesi Hukuk fakültesinde iki yıl okuduktan sonra memlekete daha yakın olur ve gidiş gelişlerim daha kolay olur düşüncesi ile Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesine yatay geçiş yapmak üzere müracaatta bulundum. Müracaatımı kabul eden zat tüm şartları taşıdığımı ve belgelerimin tamam olduğunu ancak Bir tane fark dersi olduğunu bu dersin sınavına girmem gerektiğini, sınavın da mülakat şeklinde yapılacağını bana anlattı. Ben de kabul ettim. Ancak memur, bana gireceğim sınavda hocanın aksi bir adam olduğunu, din adamlarından hoşlanmadığını ve dolayısıyla da fazla şansımın olmadığını söyledi. Ben de bunun üzerine çalıştığım takdirde geçebileceğimi söyledim. Sınav gününe bir ay kadar bir süre vardı. Bu süre içerisinde o derse çok çalıştım. Sınav günü belirtilen saatte dersin hocasının odasının önünde hazır olmamız istenmişti, aynen öyle yaptım. Sınav mülakat şeklinde ve bizzat dersin hocası tarafından yapılacaktı. Toplam dört öğrenci idik. En son ben çağırıldım. Hoca Altmış yaşlarındaydı. Asabi bir hali vardı. Bana uzun uzun baktı. Sonra önündeki kitabı rastgele açarak bir soru sordu. Cevap verdim. Birkaç yaprak çevirip başka bir soru sordu. Onu da cevapladım. Yüzündeki ifade değişmeye başlamıştı. Hoca sorular soruyor ben de kitabı ezberlemişçesine cevaplar veriyordum. Birden hoca yerinden kalkıp yanıma geldi. Bu arada önünü ilikleyerek bana:
“ Özür dilerim sizi ayakta beklettim Buyurun oturun “ dedi.
Gösterdiği yere oturdum. Hoca, masasına değil de benim karşıma oturdu. Ne iş yaptığımı, memleketimi vb. sorular sordu. Biraz sohbet ettikten sonra bana şunları söyledi:
“Hocam bu kitabı ben yazmışım ama size sorduğum soruları bana sorsalar belki de sizin gibi cevap veremezdim. Çalışmanıza hayran kaldım. Sizi kutlarım. Belki de hocalık hayatımda ilk defa bir öğrenciye Yüz tam puan vereceğim. Ancak bu dahi beni tatmin etmiyor. Keşke daha yüksek bir puan olsaydı da size verseydim” dedi. Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesinde kaldığım iki yıl boyunca ne zaman o hoca ile karşılaşsam bana ihtimam gösteriri ve hürmet ederdi.” Babam konuşmasını şöyle tamamladı:
“Unutma oğlum, kim çalışırsa onun hakkı teslim edilir. Çalışmadan bahanelere sığınan ise aslında kendi hakkını başkasına bırakmış olur.”
O anda beynimde şimşekler çaktı. Utancım yüzüme vurdu. Ve o günden sonra derslerime daha çok sarıldım, bir daha zayıf not görmedim.
Bu gün Babamın vefatının Onuncu yıl dönümüdür. Onu her daim rahmet ve minnetle anıyor, onun evladı olduğum için Rabbime şükrediyorum. Allah, nur içinde yatırsın.
Afiyette kalın