CÖMERTLİK

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bir zamanlar bir adam, cimriliğiyle tanınan bir tanıdığının evine misafir olur. Ev sahibi öyle sıkıntıya düşer ki, “Bu da nereden çıktı şimdi? Masraf çıkacak başıma,” diye söylenip durur içinden. Uzun düşünmelerden sonra aklına bir “tasarruf planı” gelir:
“Bir tas pekmez koyarım sofraya, yanına da kuru bir parça ekmek. Ekmek pekmeze batırılır ama pekmez çok yapışmaz; böylece hem ikram etmiş olurum, hem de pekmezim boşa gitmez.” 
Nitekim dediğini yapar. Sofraya sadece bir tas pekmezle kuru ekmek gelir. Misafir, açlıktan birkaç denemeden sonra ekmeği pekmeze banmanın fayda etmediğini anlayınca, tası iki eliyle tutup doğrudan pekmezi içmeye başlar. Ev sahibi hemen telaşla bağırır:
“Beyim, pekmezi içme! Yüreğin yanar!”
Misafir gülümser, ağzını siler ve sakince cevap verir:
“Merak etme, Allah kimin yüreği yandığını çok iyi bilir.”
Bu küçük hikâye, cömertliğin ölçüsünü bir tokat gibi hatırlatıyor. Çünkü gerçek cömertlik, sofraya konulan yemeğin miktarıyla değil, o sofraya otururken içimizde taşıdığımız niyetle ölçülür.
Bugün özellikle düğünlerde, Ramazan aylarında ve özel durumlarda sofralar dolup taşarken, yılın geri kalanında kapısı kimseye açılmayan evleri de unutmamak gerekir. Misafire ikram etmek, sadece gelenek değil, aynı zamanda bir gönül işidir. Paylaşmak, insanın iç dünyasını güzelleştirir; hem verenin hem alanın kalbini yumuşatır. Ne var ki bazen bu güzel davranış bile gösterişe kurban ediliyor. Kimi davetlerde, özellikle Urfa’da “sıra” adı verilen arkadaş gruplarının düzenlediği yemeklerde on kişiye sekiz kilo et pişirilildiği görülebilmektedir. Burada  “ne güzel sofra kurmuş” ya da “sırasında döktürmüş” dedirtme telaşıyla hareket ediliyor. Oysa asıl olan, mütevazı bir sofrada samimiyetle yenilen bir lokmadır. Allah rızası için yapılan bir ikram, bin gösterişli ziyafetten daha değerlidir.
Bir başka yanılgı da, başkasının malından yapılan “cömertliklerdir.” Bazıları zekât parasıyla yoksullara yemek verip kendi payına düşen tabaktan yemekten çekinir. Bu davranış, davetlileri hor görmekten başka bir şey değildir. Çünkü o mal zaten yoksulundur; başkasının hakkıyla ikram yapılmaz. Cömertlik, insanın kendi emeğinden, kendi sofrasından pay vermesidir.
Peygamber Efendimiz (sav) buyurur: “Cennette öyle odalar vardır ki, dışarıdan içi, içinden dışı görünür. Bu odalar; sözü güzel olan, yemek yediren, oruca devam eden, geceleri herkes uyurken namaz kılan kimseler içindir.”
Ne kadar derin bir anlam… Sadece yemek yedirmek bile insanı cennete yaklaştırabiliyor. Hatim-i Tai’nin cömertliği, yüzyıllar önce yaşamış olmasına rağmen hâlâ anlatılır. Hazret-i Ali’nin yokluk içindeyken bile paylaşmayı bilmesi, gerçek zenginliğin malda değil, gönülde olduğunu gösterir.
Kısacası, insanlara ikramda bulunmaktan yüreğimiz yanmamalı. Çünkü rızkı veren Allah’tır. Biz verdikçe bereketleniriz. Unutmayalım; Allah kimin yüreğinin gerçekten yandığını çok iyi bilir.

Afiyette kalın

CÖMERTLİK

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.