KAN AĞLAYAN ŞEHİR, YAS TUTAN TOPRAKLAR!

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kudüs, Saadet asrında Hz. Ömer (r.a)'in hilafeti döneminde (638) fethedilir. Halife Ömer'in (r.a) liderliğindeki Müslümanların eline geçen Kudüs'ün özgürlüğünün pek fazla sürmediğini (687-691) görüyoruz. Tekrar saldırılara maruz kalıyor. 

XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren fetih ve genişleme hareketini batı yönünde devam ettiren Selçuklular, Suriye ve Filistin topraklarında fetih harekâtına girişirler. 1071'de Selçuklu Emîri Atsız, Kudüs'ü fethederek yaklaşık 28 yıl sürecek Selçuklu egemenliğini başlatır ve Mi'rac şehri özgür olur. 

Yirmi sekiz yıl sonra, tekrar istilâ ve taarruzlara maruz kalan Kudüs, bin bir türlü bela ve musibetlere uğrar. Nice istilâ, işgal taarruzlarına sahne olup badirelerden geçer. 

Kudüs; tarihinin belki de en uzun soluklu özgürlüğüne 1517'de Yavuz Sultan Selim'in fethiyle birlikte kavuşur! 1917 ile hüznün, yetimliğin, yalnızlığın ve terk edilmişliğin başladığı tarih ise, Kudüs'ün yas, tarihidir! Ah o gün Kudüs'ün başına gelenler! Hz. Ömer'in fethettiği Kudüs, Hürriyet'in, barışın, birlikte yaşamanın sembolü haline gelmişken, kana doymayan batının vampir çeteleri, ha bire işgal ve istilâ etmek adına çapulcu ordularıyla saldırmışlardı. 

İstilalara, işgallere, savaş ve katliamlara tanıklık eden kutlu ve matemli şehir Kudüs! 

Şehadetinin nabzında cennette uçan, ulu ruhlara ev sahipliği yapan mukaddes belde Kudüs. Neler gördün, neler? Başına neler gelmedi ki Kudüs? 

Kudüs; tarihçilerin kaydettiklerine göre,

Uzun tarihi boyunca, 2 defa yok edilmiş, 23 defa işgal edilmiş, 52 defa saldırıya uğramış ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarılmıştır. Şehrin en eski bölümüne, MÖ 4. binyılda ilk yerleşim gerçekleşmiş. 1538'de Osmanlı padişahı I. Süleyman hükümdarlığı altında, şehri çevreleyen duvarları inşa etmiş. 

Filistin, 1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetine girmesiyle, 1917 Aralık ayına kadar tam dört yüz yıl Osmanlı idaresi altında özgürlüğün, refahın ve birlikte yaşamanın beldesi olur. 

O uzun ve yorucu seferde yoluna devam eden Yavuz Sultan Selim Han, 30 Aralık 1516'da Kudüs'e girerken, Kudüs'teki kutsal yerlerini ziyaret etmeyi de ihmal etmemiştir. Osmanlı Devleti'nin savaşlardan dolayı zayıf düşmesiyle birlikte, 1517'de fethettiği Kudüs'ü bırakmak zorunda kalırken; geride bugün kan ağlayan, boynu bükük, yas içinde, mahpus ve yetim bir Gazze, bir Kudüs, bir Filistin bırakmıştı. Evet, O kutsal topraklarda bugün insanlar; açlıktan, susuzluktan, evsiz ve barksız bir şekilde can verirken; sayıca iki milyar ve elli yedi devletiyle (!) İslâm ümmetinin bu gün sadece ekranlarda seyretmekle yetinip sahip (!) çıktığı Kudüs? Ümmeti idare edenlerin, düşmanı kınamakla sahip (!) çıktıkları Kudüs? 

İsterseniz, Kudüs'ün ve Ümmet'in bu günkü çektiği sıkıntıları, acıları; Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in Sakarya Türküsüyle özetleyelim:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; 

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. 

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; 

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. 

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; 

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. 

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; 

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! 

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, 

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. 

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? 

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakarya’nın, İslâm tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? 

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! 

Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. 

Hamallık ki, sonunda ne rütbe var ne de mal, 

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; 

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. 

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! 

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; 

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? 

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; 

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? 

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? 

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! 

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; 

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, 

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; 

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. 

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; 

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? 

Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl! 

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! 

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu’nun, 

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! 

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız; 

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! 

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; 

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; 

Sen kıvrıl, ben gideyim, 

Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; 

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

Hal-i hazırda, sürünmeye devam ediyoruz. 

Kalın sağlıcakla.

KAN AĞLAYAN ŞEHİR, YAS TUTAN TOPRAKLAR!

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.